"Bugün senin tatil günün değil mi?"
Yüzündeki kabuk bağlamış yarayı yolmayı bırakıp konuşan ev arkadaşına baktı. Her stres olduğunda yaptığı bir şeydi. Yapmaması lazımdı. Çünkü yüzündeki yaraları koparmak onların iyileşmesini engelliyordu. Engellediği için de yüzünde iz kalıyordu.
"Evet." Öztürk daha biraz önce eve gelmişti. Geldiği gibi banyoya girmiş odasını falan süpürmüştü. Atakan onun bu kadar temiz olacağını düşünmemişti. Öyle ki Atakan onun yanında pis kalıyordu. Onu rahatsız etmemek için ekstra çaba göstermesi de bu yüzdendi.
"Mete abim sevgilisinin dibinden ayrılmıyor, gezip duruyorlar. Bir daha tatil yapamam, diyor. Sen niye eve tıkıldın?"
Çünkü benim sevgilim de arkadaşım da yok, dedi içinden. Olsa da sıkılırdı, emindi. İlişki demek stres demekti. Zaten Atakan'da bolca ondan vardı.
"Biraz evde dinlenmek istedim."
"Haklısın, bok gibi bir meslek sizinki."
"Ben seviyorum aslında."
"Var mı bir problemin? Sataşan falan varsa, söyle." Esmer çocuk dostça omzuna vurdu. "Ben oradaki herkesi tanırım."
"Yok. Her şey tam istediğim gibi." Yalandı ama Öztürk'ün kafasını kendi dertleriyle ağrıtamazdı.
"Sen yine bir şey olursa bana söyle."
"Ben senden büyüğüm, Öztürk." dedi abilik taslayan çocuğa gülerek. "Sen bana söyle."
"Bende çok dert var da sen çözemezsin kanka." Ne olduğunu sormak istemişti ama çekiniyordu. Anlatmak istemeyebilirdi. Tanışalı daha kaç gün olmuştu? "İşte arıyor dertlerden biri." Öztürk çalan telefonunu cebinden çıkarıp açtı. "Ne var?" Sanırım sinirli olduğu biriydi. Birden tüm ruh hali değişmişti. "Ben ne bileyim? Olmaz." Öztürk gözlerini ona çevirdiğinde kalkıp gitmek istedi. Sanırım rahatsız etmişti.
Ayağa kalkıp gidecekti ki Öztürk onu durdurdu. "Atakan bir arkadaşım eve gelebilir mi?" Sorması güzel bir şeydi. Atakan başını salladı. Tabi ki gelebilirdi. Evlerin kalabalık olmasına alışkındı o.
Öztürk telefonu kapattıktan bir süre sonra kapı çalmıştı. Esmer çocuk kapıyı açmak için koşarak odadan çıktı. Atakan ne yapacağını bilememişti. Ayağa kalksa mıydı? Böyle oturması ayıp olur muydu?
"Atakan." O düşünmeye devam ederken onlar çoktan salona girmişti bile. Öztürk kapıdan giren bedenlere baktı. Öztürk'ün yanındaki çocuğa bakarken gözleri kocaman açıldı. Hayatında gördüğü en uzun insandı. Boyu kesin 2 metre vardı. Öztürk bile onun yanında böyle kalıyorsa Atakan ilkokul çocuğu gibi dururdu. "Bu, Mehmet." Atakan oturduğu koltuktan kalkıp çocuğun elini sıktı. Mavi gözleri laciverte kaçıyordu. Saçları sapsarıydı. Atakan şu günlerde çok fazla sarışın insanla karşılaşıyordu.
"Hoş geldin."
"Hoş bulduk."
"Mehmet aç mısın?"
"Evet. İşten çıktım. Sipariş vereyim mi?" Mehmet telefonun çıkarmıştı bile ama Atakan da birazdan akşam yemeği hazırlayacağı için çocuğu durdurdu.
"Ben de yemek hazırlayacaktım. Birlikte yeriz."
"Atakan, şef." dedi Öztürk. "Ona yardım edeyim ben."
"Şef mi?"
"Evet. Çamlıca restoranda çalışıyorum." Çocuğun bakışları anında değişti. Atakan ne olduğunu anlamamıştı. "Neden öyle bakıyorsun?"
"Mehmet, Davut Çamlıca'nın yanında çalışıyor. Ondan öyle bakmıştır, değil mi Mehmet?"
"Evet, şaşırdım."
Atakan anladım anlamında başını salladı. Onlara bugün o aptal balık yemeğini yapacaktı. Geçen günden aldığı malzemelerin çoğu duruyordu. Balığı da dondurucuya atmıştı.
"Balık sever misiniz?"
İki çocuk da başıyla onu onayladı. Bu güzel bir şeydi. Bu sefer yaptığı yemeği birilerine denetebilecekti. Mutfağa girip hemen işe koyuldu. Zaten artık tüm adımları ezberlediği için zorlanmıyordu. O yemek yaparken Öztürk yardım etmek için gelip durmuştu ama onu geri yollamıştı. Zaten o ikisinin arasında bir sorun olduğu belliydi. En azından o sorunlarını çözseler yeterdi.
Yemek için son adım olan sosu da döküp tabakları masaya yerleştirdi. Tamamdı. Bu sefer her şeyi doğru yapmıştı. Tahir ne söylediyse harfiyen uymuştu. Bu tarif Tahir Zeybek'in kitabında olduğu için kitaptan da yardım almıştı.
"Yemek hazır!"
İki çocuk gülerek mutfağa girdi. Sanırım aralarındaki şeyi halletmişlerdi.
"Oha!" dedi Öztürk sondaki a harfini uzatarak. Esmer oğlan hemen masaya yerleşip eline çatalı aldı. "Çok iyi görünüyor." Mehmet de sakin bir şekilde masaya yerleşti. Galiba hep böyle biriydi. İnsanlar onun görünüşüne bakarak kaba ve sert biri olduğunu düşünebilirdi ama Mehmet hep düzgün Türkçeyle ve sakin ses tonuyla konuşuyordu. Atakan yemek yaparken arada Öztürk'ün seslerini duysa da onunkini hiç duymamıştı.
"Afiyet olsun." Atakan da masaya oturdu ama yemek için bir hareket yapmadı. İlk önce onların yemesini istiyordu. Öztürk kocaman bir parça koparıp ağzına açtı. Mehmet ise yemek yerine dikkatli bir şekilde masanın üzerindeki kitaba bakıyordu. "O kitaptan baktım tarife." dedi Atakan. Çocuğun niye o kadar dikkatli bir şekilde incelediğini anlamamıştı. "Tahir Zeybek'in kitabı."
"Anladım." Mehmet de bir parça koparıp ağzına attı. Bir sorun vardı. Atakan bunu onun gözlerinden anlamıştı. Beğenmemiş miydi? "Çok güzel olmuş. Ellerine sağlık."
"Sen de yesene."
Öztürk'ün sesi dikkatini dağıttı. Mehmet'i incelemeyi bırakıp o da yemeye başladı. Sanırım bu sefer her şeyi doğru yapmıştı. Dördüncü de ancak tutturabiliyordu.
"Yemekten sonra dışarı çıkalım mı beraber?"
"Sizin planınız varsa ben bozmayayım."
"Yok, lan. Ne planı? Öyle takılacağız işte."
"Aynen. Sen de gel Atakan." Mehmet de ısrar ettiğinde hemen kabul etti. Dışarı çıkmak elbette istiyordu. Birileriyle akşam takılmayı özlemişti.
-T
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıfır Hata
Teen Fiction"Beceriksiz bir aşçı olduğunu kabul ediyor musun?" Kabul etmiyordu. Bu mesleği yapabilmek için ailesinin yaptığı fedakarlıkları göz ardı edemezdi ama karşısındaki adam onu mahvediyordu. Hissettiği duygular yüzünden canı yanıyordu. "Evet." "Evet ne...