"30 - Fotoğraf Kareleri"

7.5K 391 98
                                    



30. FOTOĞRAF KARELERİ

Kuş sesleri mi yoksa dalga sesleri mi daha huzurlu diye sorsalar hiç şüphesiz, dalga sesi derim; çünkü o dalgalar ki bizi, çığlıkları içine hapseden, ümitsizliği kıyılara vuran. O dalgalar ki aşka göğüs geren, atılan söz yüzüklerine yosunlar bağlatan.

Kıvanç'a verdiğim gül buketlerinin birinin kurdelesini yüzük parmağıma doladığımda, ardımda kalan hastaneye dönmek istedim yeniden.

Yeniden oraya gitmek ve o küçük yatakta, Kıvanç'ın yanına, güvenilir kollarına yatmak istedim ama yapamazdım. Çünkü Kıvanç, git, demişti. Geç oldu, evden merak ederler.

Etmezler, diyemedim. Çıktım öylece.

Şimdi elim telefonumda, rehberden İdil'in numarasını tuşluyordum. Bir şehit mezarlığına gideceğini söylemişti, kim olduğunu söylemese de.

Telefonum çaldı, çaldı ve çaldı. Dönen olmadı. İçimi kemiren hise tutunarak bu defa Betül'ün numarasını çevirdiğimde, cevap aldım. Betül, "Alo!" diye telefonu açtığında hızlıca "Betüş," diye seslendim ona. "İdil'den haber var mı? Ne yapıyor, biliyor musun?"

Betül birkaç saniye duraksadı, ardından sesli bir nefes verdiğinde "Salih'in mezarında," diye cevapladı beni. Salih mi?

"Salih, gitaristim, demişti de askermiş; kandırmış İdil'i. İyi anlaşıyorlardı ve hatta bana sorsan, onlar evlenir, derdim. Ama şimdi... Şehit olmuş işte."

Şehit olmuş.

İki kelime, tek cümle.

Yitip giden iki ihtimal, toprağa yatan tek bir beden.

Sertçe yutkundum ve "Tamam," gibi saçma bir cevaptan başka bir şey dökülmedi dilimden. Telefonu kapattık. Aklım karışmıştı, iki Salih diye geçirdim içimden. Aynı anda iki şehit olan Salih ya da belki de, bir.

Adımlarım savsak, ruhum engebeli bir yoldayken zihnimin duvarlarının arasına sıkıştırdığım kapıyı hızlıca kapattım kimse girmesin ve kimse de oradan çıkıp gitmesin diye. Özellikle de Kıvanç, kalmalıydı orada. Ruhumun değil de bedenimin beni terk ettiği bu anda, benimle kalmalıydı.

Eteğimin uçlarını tutarken sessizleştim. Bir banka çuval gibi devrildim. Biraz oturdum ve biraz düşündüm. İhtimallere kafa yordum burada, iyi ve kötü olan hepsine. Bazen kalbim acıdı ve bazen kalbim yerinden çıkacak sandım. Zaman beni kafesledi, dalga sesleri yerine kuş seslerini kazıdım benliğime. Dalga seslerini hak etmeyecek kadar kire bulanmıştım çünkü ben.

Bir de birkaç kedi sevdim ve isim bile verdim o birkaçına. Tam sayı olarak dört kedi dolandı bacağıma mesela. Beni biraz seven ve sonrasında hemen kaçıp gidene babamın adını, Zafer'i verdim, tüyleri en güzel ve yumuşak olan kediye de annemin ismi Hale'yi taktım ve birbirinden hiç ayrılmayan iki kediden birine Münire, birine de Kıvanç adını verdim. Dördünü de ne olursa olsun, kucakladım ve bağrıma bastım.

Ellerim eteğimi kavramışken tam da bu anda bir gölge devrildi hemen yanı başıma, banka oturdu. Kediler ürkerek kaçtılar. Kaskatı kesildim.

Çenem benden bağımsız titremeye başladığında adamın en az Kıvanç kadar yara dolu eli dizime doğru hareket etti. Nefes alamayacağımı sandım. Bir şeyler tıkandı boğazıma.

Adam, aslında o adamın kim olduğunu bana yaklaşır yaklaşmaz anlamıştım, kucağıma çevresi kan dolu bir poşeti sakin hareketlerle bıraktı. Titredim ama "Bu ne?" diye sorabildim.

Deli Kurt'un histerik gülüşü ise kulağıma doldu. Cevap vermedi. Ellerim zar zor poşete tutundu, yavaşça açtım. Poşetin içinde iki fotoğraf karesi vardı, biri küçükken kazandığım madalyonumla çekildiğim fotoğraf; diğeri de yalnızca üzerimde bir havluyla, protezimi takarkenki hâlim.

Kantinci Komando - Texting +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin