42. AÇIĞA ÇIKMAYANLARCengiz'in resepsiyonda çalışan kıza yürümesi ve aklını almasının verdiği rahatlıkla, arakladığımız yedek oda kartını Gizem'in bin dört yüz on iki nolu odasının kilidine yerleştirdim. İçeri girdiğim gibi kartı cebime sıkıştırdığımda Betül beni arkadan ittirdi ve gülerek İdil'le içeriye girdiler.
Yakalanma korkusu sebebiyle hızla hareket ediyorlardı. Sırıttım bu hâllerine. İkisi de benim peşimden hiç düşünmeden gelmiş, bu intikam yolunda bana destek çıkmışlardı. Bu kısa zamanda hiç tatmadığım türden dostluğu hissettirmeleri içime işlemişti. Gözlerim etrafa kayarken Betül, "Nerede bu ya?" diye merakla sorduğunda gözlerim terasın açık kapısına kaydı ve sus işareti yaptım ikisine de.
Aradığımızı bulmuştuk.
Gizem Hanım, bu sırada terasındaki sandalyesine kurulmuş, tek ayağını balkon kenarına uzatmış; keyif sigarasını içiyordu. Gülüşüm genişledi ve hızlı adımlarla terasa doğru ilerledim. Beyaz, uzun perdeler elimden kaydığında ilk adımımı terasın soğuk mermerine attım ve Gizem'in başı, bana doğru döndü. Zaman geldi, kartlar açıldı ve ikimizin önüne de karışık olarak dağıtıldı. Şanslıydım ki benim kartlarım kapalı dururken Gizem'inkiler olduğu gibi açıktı. Koz, benim elimdeydi.
Gizem'in elindeki sigara iki parmağının arasında, havada kaldı.
Betül ve İdil de terasa çıktığında, uzanıp sigarayı aldım ve sertçe kül tablasına bastırdıktan hemen sonra Gizem'in ayaklarını ittirerek yere indirdim. Gizem'in asla rengini umursamadığım gözleri, şokla irileşirken de çabucak yanındaki sandalyeye kurulmuştum.
"Ee, Gizem?" diye mırıldandım keyifle. "N'aber ya?"
Aslında, birçok şey diyebilirdim; bu, yalancının tekisin, olabilirdi ya da sen de ne gurursuz kadınmışsın da iyi bir seçenekti ama ben halini ve hatırını sormayı seçtim. Düşünmeden yaptım bunu, öylesine döküldü kelimeler zehrini akıttığım dudaklarımdan.
Gizem ise duraksadı, bir an için kal geldi. Salaklaşmış bir hâlde, "İyi," dediğinde hemencecik "Sağ ol, ya," diye mırıldandım. Tonlamamda bariz bir ima vardı. "Ben de iyiyim(!)"
Gizem'le birkaç saniye öylece bakıştık. Ne o tek kelime etti ne de ben. Kızlar da yanımıza tünedi ve bu gergin ortamı izlemeye başladılar. Zaman, aramızda bir ip gibi asılı kaldı, bir ucu benim ellerime bağlanmıştı ve diğer bir ucu da Gizem'in dudaklarının arasında sıkışıp kalmıştı.
Ben ellerimi kaldırıp saldırırsam bu yarışı kaybederdim, Gizem, dudaklarını aralayıp bu giz oyununu bozarsa bu defa o kaybederdi.
Beş dakikanın sonunda, Gizem, en nihayetinde kaybettiğinde "Neden geldin?" diye sordu sinirle. Dilimi şaklattım ve sırtımı sandalyede iyice geriye yasladım.
Neden geldin, Münire?
Neden geldim ben?
Göğsümü masanın kenarına yaslayarak hızlı bir hareketle eğildiğimde, bir parmağım da tehditkâr bir edayla havaya kalkmıştı. "Bana bak," dedim öfkeyle, birikmiş tüm acılarla. "Tek kurnaz, tek zeki sen değilsin kızım, önce sen bunu bir kafana sok. Olur mu?"
Gizem'in dudakları küçümsercesine gerildiğinde oldukça yavaş bir hareketle dilini alt dudağının tamamında gezdirdi ve o da aynı benim gibi göğsünü masaya yasladı. Yutkundum. İşler belli ki, ciddileşecekti.
"Hadi, ya!" dedi sırıtarak. "Sen buradan bayağı saf, aptal bir kız çocuğu gibi duruyorsun ama onu ne yapacağız? Ve bence senin Kıvanç'la olan ilişkinin yasal sayılmaması gerek bence, ya!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kantinci Komando - Texting +18
Short StoryEvde, boş vakitlerinde sıkılan ve üniversitesi online olmuş bir kız eğlenmek için ne yapabilir? Bizim kızımızın, askerliğinde kantinci olan bir adamla eğlenmek istediği doğru, peki; ya yazdığı adam kantinci değil de bir komandoysa? Münire: PATATES M...