"50 - Hayat, Dağın Eteğindekiler İçin Devam Ediyor"

3.5K 219 143
                                    



🪶| Zulüm Kokar, Devrim Çelik

🪶| Eylül'de Gel, Alpay

50. HAYAT DAĞIN ETEĞİNDEKİLER İÇİN
DEVAM EDİYOR

(Başlamadan önce oylar misunuuzz?❤️‍🔥)

GÜMÜŞ YAZICI

Saat belki sabahın üçü, belki beşi. Hastane kokusu beni yakalarımdan tutup geçmişe, en derinlere, acılara götürüyor. Kanım damarlarımda bir zehir gibi gezerken odadaki tek ses olan kalp atışlarıma kulak kesiliyorum.

Atışlar, düzenli, sakin. Sanki kalbim paramparça olmamış, bin yerinden bıçaklanmamış gibi sağlıklı atıyor. İnanılır gibi değil, ben de zaten inanmıyorum buna.

Hareketsizliğin belimde yarattığı ağrı kesik kesik inlememe sebep olurken yalnızlık ilk defa bu kadar can yakıcı. Gözlerim ilk defa bu kadar boş bakıyor belki de. Yine de inleye inleye yerimden kalkıyorum, sonra fark ediyorum ki; serum bitmiş. Tek bir hareketle damar yolumdan çekilip koparılan serumun hortumunu ayaklarımın ucuna bırakıyorum.

Havalar, soğuğunu kırmak üzere ama yine de içe işleyen türden. Rüzgâr da sızlayan bir derinlik bırakıyor çarptığı tende. Dengesiz adımlarım beni cam kenarına sürüklerken şimdiye zımba gibi olması gereken vücudumun bu defa çalışmayan fonksiyonlarına sövmeden edemiyorum, oysa biliyorum nedenini; canımdan canı alıp giden kadının beni bende bırakmadığını biliyorum.

Yıllar boyu ezik botların altında nasırla dolan ayaklarım kanepenin ucuna değdiğinde büyük cama yaslanan elim, veda için kalkmadı aslında. Sevdiğim kadının ihanetini bir iz olarak taşıyan bedenim, bir elin yokluğunda, o eli tutmak için havalandı.

Kıvanç komutanım demişti ki, bu bir ihanet.

Ya da değildir belki.

Sonra devam etti: Vatanını sattı.

Vatan dedi, akan sular durdu bende. Yine de komutanım, o kadın benim vatan bildiğimdi, vatan toprağı hiç askerini satar mı, demeye çalıştım; dilim varmadı.

Bir şubat ayında yokluğunla sarsıldım işte Betül, çok sarsma daha; gel. Eylülü seversin sen ama yine de eylülü bekleme, olur mu?

Çünkü eylül uzak, eylül yalnız.

Eylül, benden daha yalnız.

Kaç saat dışarıyı izleyerek içimi deliveren kurşunun yokluğunu, sırf o sıktı; sırf ondan gelen hediye diye aradım, bilmiyorum. Belki de ben onca saatin sonunda gerçekten bir eylül sabahı oldum. Yalnız, kimsesiz, sessiz ve çıplak. Dallarımda ne meyvelerim ne de yapraklarım var. Canlı olduğuma dair tek bir hareket, kıpırtı yok şimdi. Ben, yokum.

Kendime olan öz saygımı ne zaman kaybettiğimi bilmesem de vardığım nokta, bu yola tek başıma devam edemeyeceğimi fısıldıyor bana. Bundan nefret etmek bir yana, içim suspus kesiliyor. Onca düşmana boyun eğdiren Çavuş Gümüş Yazıcı, kısa boylu bir esmerin önünde eğiliyor.

Gerçi, varsın; eğileyim. O istesin, emir bileyim.

Benim kanadı kırık, ruhu yaralı kuşum uçmak istesin, kanatları olayım.

İlaç saatimin geldiğini haber veren alarm, yürek hoplatan bir zil sesiyle -ki bu zil sesinde bi kız "seleme cenemeler, uyanma vakti, voooo" diye bağırıyordu- çaldığında, bir hemşire, ardından da Cengiz girdi içeriye. Hemşire hanım zayıf, kısa boylu sarışın bir kızken arkasından, kapı girişinden içeriye zar zor giren adam, Cengiz bir hayli iri olan vücudunu gerinerek sergiledi. Yavaşça hasta yatağına geri adımladım ve hemşirenin kontrolleri yapıp serum takmasına izin verdim.

Kantinci Komando - Texting +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin