46. BAZEN ÇOK GEÇ OLURGün 2
Eğilme, boynunu bükme. Ağıran gün, açığa çıkartmasın yaralarını. Teslim ol, geceye ait kal. Bırak, sorsunlar hâlini. Sen sakla. Kan gövdeyi götürsün, sen "Kızılcık şerbeti içtim," de.
Çok geçmedi, biliyorum.
Belki iki, belki de üç gün. Yalnız da değilim aslında, eğer öldürülecek olursak sıra bana ne zaman gelir; onu bilemeyecek kadar çok kişiyiz burada. Çok kadın var, çok da çocuk. Açlar. Hepimiz gibi onlar da bir yudum suya, bir kaşık sıcak çorbaya muhtaçlar. Kara haberin ülkenin her bir sokağına yayıldığı günlerde bizi kurtarmak için eğitimli kişilerin sahada olduğunu, istihbaratın dikkatle çalıştığını biliyoruz. Bunu bizi kaçıran teröristler ya da her kimseler, onlar da biliyor. Gizli değil bu, ülke sallanıyor. Geliyoruz, diyor Türkiye. Ya canınız yanmadan bize kardeşlerimizi verin ya da hepinizi kurşuna dizelim, diyor.
Başım düşüncelerin ağırlığıyla duvara çarptı bu esnada. Nefesim kesik kesikken Betül'ün bıraktığı boşlukta biraz daha yayıldım. Merkezinde Betül'ün sebep gösterildiği bu zulümde kavrulan onlarca kişiydik bu işin özüne bakıldığında. Bunun yanında, Türkiye'de yapılan onca habere rağmen insanların umudu da kaybolmaya yakındı. Benimki ise yerli yerinde, ilk andaki gibi duruyordu. Gerçi onlara da hak veriyordum, onların sırtını yasladıkları, uğruna her şeyi göze alacak biri yoktu belki de.
Belki onlar Kıvanç Tanyeri kimdir, bilmiyorlardı.
Saçımın teline zarar gelmesindense tüm cihana kafa tutmayı yeğleyecek olan adamın varlığından haberdar değillerdi. Bunda bir sorun yoktu çünkü biliyordum ki, er ya da geç gelecekti. Tek temennim de Kıvanç geldiğinde, her şey için çok geç olmamasıydı. Bir şeylerin silinmeyecek izi vücuduma, ruhuma sinmesin ki hayatta olduğumu unutmayayım.
Bebeklerden biri çığlık çığlığa ağlamaya başladığında annesinin de ağlamaya başladığını fark ettim. "Ne olur biraz yemek verin!" diye bağırdı kadın. "Sütüm gelmiyor, çocuğum aç! İnsafsız herifler!"
Gözlerimi kapattım ve dizlerimi kendime çekerken başımı sertçe soğuk, boyası dökülmüş duvara yasladım. Göz kapaklarımın oluşturduğu karanlık gökte Kıvanç'ın yüzü belirirken ise bebek ağlamalarının arasında gülümsedim.
Açtım, susuzdum, uykusuz ve hâlsizdim ama onu görme ihtimali bile hücrelerimi uyandırıyordu sanki.
Çığlıkların, ağlayışların arasında akşam oldu ve en nihayetinde biraz su, birkaç parça da küflenmiş ekmek alabildik.
Gün 4.
Kemikler sızlarmış. Dişler titrer, hayat da size eğlenir gibi göz kırparmış. Tüm dünyaya yetecek türden acı, bir anda dolarmış bedeninize.
Sanırım bugün, dördüncü gün.
Dün bir bebek, annesinin kollarında öldü.
Öldü. Öldü işte. Neden öldü, bilmiyorum. Birçok sebebi olabilir, burası soğuk ve pis. Kokmaya da başladı bebeğin cesedi. Hâlâ almadılar. Kötü kokuyor. Çok kötü kokuyor. Midem dayanmıyor gibi. Çoktan üç kez kustum. Gitmek istiyorum.
Çıkmak istiyorum.
Haberlerde bizden bahsedeli, tüm Türkiye bizi öğreneli dört gün oldu ama hâlâ gelmiyor kimse. Kıvanç, gelmedi.
Geleceğini biliyorum ama sevgilim, lütfen geç olmasın. Burada çok göze batıyorum. Başımıza diktikleri adamlar beni çok süzüyor. Rahatsızım. Açım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kantinci Komando - Texting +18
Short StoryEvde, boş vakitlerinde sıkılan ve üniversitesi online olmuş bir kız eğlenmek için ne yapabilir? Bizim kızımızın, askerliğinde kantinci olan bir adamla eğlenmek istediği doğru, peki; ya yazdığı adam kantinci değil de bir komandoysa? Münire: PATATES M...