28. Bölüm: "Yoldaşın İhaneti"

12.4K 781 2K
                                    

16.07.2023
Bölüm Şarkısı: sevimo., Mela Bedel - Sana Dönmem İmkansız

Uzun zaman sonra merhaba. Uzun uzun giriş yazısı yazmak isterdim ama kıtı kıtına yetişti o yüzden bölümü hemen yayınlamam lazım.

Sadece sizi çok özledim...

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın çünkü benim için çok kıymetli.

İyi okumalar...

Hayata dair öğrendiğim ilk şey vahşi bir hiyerarşinin içerisinde yaşam mücadelesi verildiği oldu. Tabii piramidin tepesinde yer aldığına inanmış biri olarak bu benim açımdan pek de zorlayıcı bir mücadele değildi. Buna inanmış biri olarak diyorum çünkü zamanla durumun hiç de öyle olmadığını düşünmeye başladım.

Aslında dışarıdan oldukça ayrıcalıklı bir adam profili çizdiğimi görebiliyorum ve bunu makul da karşılıyorum ancak dışarıdan içeriye girdiğimde o şaşalı hayatın sahibi yerini kafese kapatılmış yaralı, vahşi bir hayvana bırakıyor.

Doğrusu insan hayattaki en önemli şeyin güç, para ve iktidar olduğuna ikna edilip ömrünü buna adamaya hazır hale geldikten sonra tam her şeyi elde ettim dediği yerde, tam da zirvedeyken hiç olmadık bir poyrazla savrularak tepe taklak olunca yaşam anlamını yitirmeye başlıyor.

Yaşam amacını bulamayan kişiler genelde şunu sorarlar: Ben neden yaşıyorum?

Yaşam amacını yitirmiş kişiler ise şunu sorgularlar: Ben neden hala yaşıyorum?

İnsan bazen bir dala öyle çok güvenip öyle sıkı tutunur ki o dalı bırakmayacağından emin olduğu için bir uçurumun dibinde de sallanıyor olsa bunu umursamaz ama hayat bu ya gün gelir öyle bir poyraz eser ki insan o dalı bırakmasa bile dal kırılıverir. İşte o zaman insan elinde kalan ve artık bir hayal kırıklığından başka hiçbir şey ifade etmeyen o çaput parçasıyla savrulur durur.

Ve hemen hemen herkes bilir ki sonuçların en beteri her zaman ölüm olmaz.

Beyefendi bir keresinde bana eğer acı kaçınılmazsa buna değmesi gerektiğini söylemişti. Benim için acı çekmem kaçınılmazdı. Bunu kabullenmek kolay değildi ama kabullenmemek de çocukluktan başka bir şey olmazdı. O yüzden kabul etmeliydim ki ben her zaman biraz ya da çokça acı çeken biri olacaktım. Bu ne Beyefendi ile ilgiliydi ne de Ezra'nın ölümüyle ilgili; bu tamamen benimle ilgiliydi, benim ben olmamla, Utku Sipahi olmamla ilgiliydi.

Tabii bunu kabullenmek sırtımdaki yüklerden bir tanesini kaldırmış da değildi ne yazık ki. Sorun şu ki ben tam olarak ne için acı çekmem gerektiğine de karar verebilmiş değildim. Sahi hangisi acı çekmeye değerdi? Onun güvenini paramparça edip zehirli de olsa hayatı boyunca uğruna savaş verdiği şeyi elinden çalarak huzura kavuşmuş ve vicdan azabından kurtulmuş bir şekilde onunla olabileceğim ihtimali mi? Yoksa vicdanım ve içimdeki kinin gün geçtikçe beni yok etmesi riskini alıp onunla mutlu olmaya çalışmak mı? Belki de en doğrusu tek başıma bir hayat kurabileceğim ihtimaline inanıp bir cesaretle yola çıkmak olurdu ama bu ihtimaller arasında en zayıfı olmakla beraber bir de yanında cesaret istiyordu ki işte o bende hiç ama hiç yoktu.

"Sevmedin mi?" Beyefendi'nin dudaklarından sükutla dökülen bu iki kelime beni titreterek kendime getirince hızla gözlerimi ona çevirdim. Çorbayı kastettiğini anladığımda derin bir nefes alıp yutkunarak başımı iki yanıma salladım. "Sevdim."

"Ama içmiyorsun soğumuş. Dur yenilete-"

"Yok." Başını tam hizmetliye çevirmişti ki refleksle masanın üzerinde duran eline dokunarak durdurdum. Tekrar bana dönerken Meryem Hanım'ın da varlığını anımsamamla hızla elimi çektim. "Canım istemiyor, ziyan etmeyeyim daha fazla."

BEYEFENDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin