XII

2.4K 133 96
                                    

Uzun bir şikayet konuşması üzerine, hiçbir şey olmamış gibi koşmaya hazırlanırken telefon çaldı. Bu saatte onu arayanın kim olduğunu merak ettim. Ona bunu soramayacağım için unutmaya çalışıyordum. Araf, yanımdan uzaklaşıp aramayı cevapladı. Etrafıma göz gezdirirken bir yandan da onu izliyordum. Gökyüzü ağaç dallarının arasında kaybolmuştu; havada hafif bir serinlik vardı. Bir umut, belki koşmaktan vazgeçiririm diye düşünürken telefonunu kapatıp yanıma geldi.

Dinlenmek için biraz daha zaman kazanmak istiyordum: "Dünkü sözlerimde haklı çıktım. Dışarıda korumalar varken içeri hırsız girebiliyor. Bu da hiçbirimizin güvende olmadığını gösterir."

"Haklısın." Bu sözü ondan duymak beni şaşırttı. Oysa böyle bir tepki beklemiyordum, ama bu durum kısa sürdü: "İçeri girmeye çalışan düşmanım değildi; sadece basit bir hırsızlık olayı."

"Basit bir hırsız içeri girebiliyorsa, Erdal elini kolunu sallayarak hepimizi öldürmeye gelmesi ân meselesi. Senin bu rahatlığın kimsede yok!"

Yine kayıtsız bir tavırla gülümsedi: “Sen böyle şeyleri düşünme...”

O bu kadar rahatsa, ben neden bu kadar gergindim? Sonuçta bir şey olacaksa da fatura ona kesilecekti, ama içimde hâlâ bir huzursuzluk vardı. Onun bir suçu yoktu ama anlamadığım bir şey vardı; madem Erdal tekrar güçlendi, neden hiç harekete geçmiyordu? Planı neydi? Bu kadar sessiz olması hiç hayra alamet değildi.

"Hava çok soğuk değil, üşüyor musun?" Diye soran Araf'ın sesiyle kendime geldiğimde hava giderek aydınlanıyordu. Sanki kötü bir şey olacakmış gibi hissettim. Dün eve hırsız girmişti. Ondaki bu rahatlık varken, bugün ormanda öldürülmeyeceğimizin garantisini kimse veremezdi. Göz göre göre ölmek istemiyordum.

Ayşe’yle konuşurken onun her sabah koşuya gittiğini söylediğinde içimdeki umutsuzluk büyüyordu. Yine de şansımı denemeyi düşündüm: “Her sabah koşuya gidiyorsan, Erdal’ın bir gün seni pusuya düşüreceğini akıl edemiyor musun?” diye sordum.

“Sen bu yüzden mi gelmemekte ısrar ediyorsun?” Bu gerçeği bilmek vazgeçmem için yeterli bir sebepti. Ailesini mahveden adama karşı böylesine kayıtsız kalabilmesine anlam veremiyordum: “Ölmeyi bayılmak mı zannediyorsun? Ben kendi canımı geçtim ama sen canını zerre düşünmüyorsun. Yaşamaya hiç kıymet vermez misin?” Sözlerim ona ulaşmamış gibiydi. Hâlâ aynı kayıtsız tavırla cevapladı: “Mutlu yaşamak istemem. Başım ne zaman beladaysa, o zaman hayatta olduğumu hissederim...”

“Çok tuhaf birisin. Ne demek mutlu olmak istemiyorum? İnsanlar mutlu olmak için neler yapıyor ama sen neredeyse mutluluğu reddediyorsun. Bana öyle geliyor ki, bu durumdan oldukça memnunsun. Peki ama neden?”

“Bilmem, sabahtan beri konuşuyorsun. Bul bir şeyler.. hatta dur, ben senin yerine bir neden bulayım. Mutlu bir günümde aldığım kötü bir haber psikolojimi bozdu ve ben o yüzden böyleyim. Nasıl, beğendin mi?” Diye sorunca dün söylediklerini düşünmeye başlamıştım.

Neredeyse tartışacaktık sinirlenince dikkati dağılıyordu. Galiba ona koşmayı unutturdum. Bu işin zannettiğim kadar zor olmadığını anlayınca başka şeyler sordum: "Peki dün eve giren hırsızın sözlerine neden kızdın?"

"Tamam Alisa korumaları arttıracağım sus artık.."

"Konuyu değiştirme lütfen. Hırsızın sözlerini duyduktan sonra dün neden sustun?"

Canından bezmiş bir halde başını iki yana salladı: "Hırsızın yanında tartışmak istemedim. Hepsi bu!" Açıklaması ikna edici gelmemişti ama en azından tenezzül edip bir cevap vermişti.

"Peki ben senden ne zaman kurtulacağım?" diye sordum, yakamı bırakacağı günün ne zaman olduğunu öğrenmek istiyordum. Kaşını kaldırıp sözlerimi alay ederek tekrar etti: “Kurtulmak mı? Dün, kurtulmak istemediğini tekrar evime dönerek ispatladın.”

Gölgene Bile Acıma Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin