Eşyalarımı toplayıp gidecektim. Verdiğim hiçbir karar hiç bu kadar mantıklı olmamış gibi içeri girip her şeyi bavula koydum. Yanımda saçma sapan hiçbir şey götürmeyecektim. Çoğu şeyi burada bırakarak geldiğim yere geri dönüyordum.
Çekmecelerin içinde küçük antika bir kutu vardı. İçini açıp bakınca, yüzünde buruk bir gülüşle gözleri parlayan annemi gördüm. Babamla fotoğraflarımızı sanki hiç bakmamış gibi resimlerimizi kurcaladım. Bir zamanlar yanı başımda duran hasta kadının artık yanımda olmayacağını çoktan kabullendiğimi zannederken aslında ölümüne hiç alışamadığımı fark ettim. Babamın vahşice katli, annemin umutsuz hastalığı ve acılar içinde geçen günler aklıma gelmiş elimdeki fotoğraf yaşla dolmaya başlamıştı.
Kendime gelmem gerektiğini söyleyen iç sesimle, gözyaşlarımı silip bavulumu hazırladım.
Son hazırlıkları yaparken filmlerdeki gibi biri gelip beni durduracak zannediyordum ama hayat filmlere hiç de benzemiyordu. Değil durdurmak bir "elveda" bile demeyen vefasız insanlarla doluydu bu dünya.
Koltuğa oturup biletlerimi aldıktan sonra içimde bir korku, ya Masal'ın sonu da Seher gibi olursa diyordu. Onların derdi sadece geçmişte yaşananların acısını çıkarmaktı. Masal'a bir şey yapamayacaklardı. Seher'den sonra buna cesaret edemeyeceklerdi. Düşüncelere daldığım esnada telefonuma bir mesaj geldi.
Baban seni özlemiş Alisa. "Çok kalmasın. Hemen gelsin." diyor!
Babamın adını ağızlarına almaları sinirlerimi bozdu. "Çok meraklıysan sen git!" diye yazdım ve artık ne olursa olsun der gibi mesajı gönderdim.
Akşama kadar ne cevap ne bir şey! İşte, böyle adamı sustururlar, derken bir yandan da bu sessizliğin pek hayra alamet olmadığını düşünmeye başlamıştım. Zil çalınca korktum. Hah, geldiler, dedim. Dürbünden baktığımda eli silahlı birini beklerken karşımda Gökay'ı görmek yüreğime su serpmiş gibiydi.
Kapıyı açıp "Sen miydin?" dedim.
"Kimi bekliyordun Araf'ı mı?" Gideceğimden haberi olduğunu zannettiğim Gökay'ı içeri davet edip salona geçtim. Araf'ın aksine Gökay daha çok üzülüyordu: "Beni savaş meydanında tek bırakıyorsun..." Araf için gittiğimi zannederek değmeyeceğini söyledi.
"İstenmediğim yerde durmak istemiyorum." dedim. Kendimi acındırmak, duygu sömürüsü yapmak gibi bir amacım yoktu. Tek istediğim daha fazla kimseyi meşgul etmemek, üzmemekti.
Bana gelen tehdit mesajını Gökay'a gösterip "Bana burada da huzur yok." derken Gökay ağzına kadar soktuğum telefonu kendinden uzaklaştırarak küçümsedi: "Bu mudur yani? Saçma sapan bir mesaj için mi gidiyorsun? Kusura bakma Alisa ama Araf sana salak demek de çok haklı. Bize niye söylemiyorsun da gitmeye kalkışıyorsun?"
Sinirden telefonu elinden çekip aldım. Bu mesajın aynısını Araf'a da gösterip, gideceğimi ve giderken bana hiçbir şey demediğini söyledim. Gökay araya girip "Ben diyorum bu adam 'vefasız' diye ama kimseye inanmıyor!" dedi.
"Vefasız değil sevmediği insanlarla ilgilenmiyor." dedim.
"Onu sevdiğin için toz kondurmuyorsun ama sana gerçekleri şöyle anlatayım tatlım. Araf öyle senin zannettiğin gibi hemen herkesi kolaylıkla hayatına alan biri değil. Carly gibi bir yılanı bile unutamazken sen bence Araf'tan bir şey bekleme. Hamdi dedeninki sadece bir göz boyama. Kimse, geçmişte olup biten meseleler yüzünden canını tehlikeye atmaz. Babana olan vefa borcu hamasetten başka bir şey değil, inan bana. Sen, kendi kendini korumaya bak. Bu hayatta hiç dostun yokmuş gibi düşün.." diyerek yüzüme karşı bu kadar gerçeği bir anda söylemesi beni şok etmişti.
