koyu kırmızı/6

15.5K 1K 347
                                    

"Güneş şu evrak işlerini hallet."

"Emredersiniz komutanım!"

Fırat komutanın emrettiği şekilde onun bilgisayarından rapor yazıyordum. Bir yandan da bu fırsatı kullanmamak için kendimi tutuyordum. Birkaç dakika içinde odaya dalan Sibel ile beraber ise bunu yapmadığım için şükrettim. Fırat komutanın odasına nasıl bu kadar rahat davranarak girdiğini anlamaya çalışıyordum.

"Ne işin var senin burada?" Rütbemiz aynıydı ama o yaş olarak benden büyük olduğu ve time benden önce katıldığı için beni küçük görüyor, elinden gelen her fırsatta aşağılıyor ve ona saygı duymam gerektiğini söylüyordu. Aslında tek derdi ben gelmeden önce timdeki tek kadın olmasıydı. Diğerleri ile iyi anlaşmamı asla istemiyordu. Tüm ilgiyi kendine istiyordu.

Beni sorgularcasına konuşması ile kaşlarım çatıldı. Yine de ters davranıp onunla uğraşmak istemiyordum.

"Fırat komutanım çağırdı." dedim sadece.
Yüzü kıskançlık ile gerildi. Fırat'tan hoşlanıyordu. Hatta belki de daha fazlası. Bu yüzden onunla iyi anlaşmama katlanamıyordu.

Fırat komutanın ise onun hislerinden ve düşüncelerinden haberi yoktu. Daha yeniydim ve o diğerleri ile henüz kaynaşamadığımı gördüğü için benimle daha çok vakit geçiriyordu.

"Tamam sen çık, ben hallederim geri kalanı."

Tek kaşım istemsizce havaya kalktı. "Kusura bakma Sibel." dedim ona; aslında kusurun zerre umrumda olmadığını belirtir bir şekilde bakarken. "Ama sorumluluğu ben de olan bir işi sen söyledin diye bırakacak değilim."

"Sen haddini fazla aşıyorsun kızım, ayağını denk al. Disiplin yemek istiyorsun herhalde."

"Sen bana disiplin yazacak konumda değilsin neyse ki."

"Bana bak-" diye tam konuşacağı sırada kapı aralandı ve Fırat komutan elinde iki büyük karton bardakla içeri girdi. Sibel'i görünce şaşırdı.

"Bir şey mi oldu teğmen?" diye sorduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. Sibel'in bakışlarına yerleşen yenilgi ile üzülsem de benlik bir durum yoktu. Komutanı benden kıskanıyordu; bunun için ona üzülebilirdim. Ama timi benden sakınmasını, onları bana düşman etmesini gerektirecek hiçbir şey yoktu. Bu yüzden o duyguyu bile hissedemiyordum ona. Çünkü Sibel bencildi. Sadece ilgi istiyordu.

"Hayır komutanım." dedi kısık bir sesle. "Ben yardıma ihtiyacınız varsa diye gelmiştim."

"Hayır, yok. Olsaydı zaten çağırırdım. Çıkabilirsin."

Bu biraz sert olmuştu kabul etmeliyim ki. Sibel kızarırken başını sallayıp bana döndü. Saliselik attığı bakışın bana pahalıya patlayabileceğinin farkındaydım. Ama yapacak bir şey yoktu. Sadece duruyordum. Gerçekten öylece duruyordum ve ona batıyordu.

Fırat komutan o çıktıktan sonra yüzündeki sahte ciddiyet ifadesini silmiş ve güzel bir gülümseme ile bana bardaklardan birini uzatmıştı.

"Şekerli içiyordun, değil mi?" Karton bardağın içinde çay vardı. "Evet, komutanım. Teşekkür ederim, size de zahmet oldu."

"Afiyet olsun." Ben onun yerinde oturduğum için geçip masanın diğer tarafındaki tekli deri koltuğa oturdu. Onun yerinde oturduğum için biraz utanmıştım aslında. Sanki adamın yerinde gözüm varmış gibi. Ama buraya oturmam için o ısrar etmişti. "Nasıl gidiyor?"

Gökkuşağının Kayıp Rengi (Asker Konulu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin