türbe yeşili/39

10.4K 1.1K 292
                                    


Geçmişe dönüp baktığımda o zamanlar takılmadığım detayların farkına varmaya başladım. Ben kendi eksenimde döndürdüğüm bir dünyaya hapsetmiştim benliğimi.

Başıma gelenlere ya da yalnızlığıma, kimsesizliğime öylesine odaklanmıştım ki geriye kalan her şey önemini yitirmişti. Şimdi düşünüyordum da; doğal sebeplerle veya gerçek bir ölümle anne- babamsız büyümek zorunda kalmış olsaydım yine de böyle mi olacaktım?

Ben kimsesiz kaldığım için mi bu hale sokmuştum kendimi yoksa sevgisiz hissettiğim için mi?

Anne-babasını kaybeden bir sürü insan vardı. Ki bir gün herkes birilerini kaybederdi. Bunu yaşayan herkes hayattan kopmamıştı. Kopmamalıydı da zaten. Yaşam evrelere; her bir anın farklı bir hikmeti olduğundan ayrılmıyor muydu?

Yaşam zümrütse ölüm de yakuttu. Sanki ölüm yokmuş gibi sadece yaşamak... eğlenceye, zevk-ü sefaya dalmak hayatın anlamını yitirmemize sebep olurdu.

Ben eğlenceden eğlenceye koşmuş değildim, yaşamanın tadını çıkarmış değildim ama ölümü de hatırlıyor değildim. Ben de kendimi unutmuştum hayat koşuşturmacasında. Dünyaya ölü olarak doğmuş bir ruhtum sanki.

Ne kendimi anlamıştım bugüne dek ne de kendim için iyilik yaptığımı düşündüğüm zamanlarda kendime bir faydam olmuştu.

Benliğimi tanısam önce ruhumu iyileştirmeye çalışırdım. Babamı ve abimi bulunca her şeyin biteceğini düşünmez; ruhuma zarar veren şeyin zehirli düşüncelerim olduğunun farkına varırdım mesela. Ya da en önemlisi özgüvenimi zedeleyen her şeyden kurtulurdum. İçimi kemiren her vesveseyi susturur yıllarımı çöp kutusuymuşum gibi harcamazdım.

Ya da şimdi harcadığım yılların hesabını nasıl kapatacağımı bilirdim belki.

Karargaha dönerken Egemen'i ve annemi düşünüp duruyordum.

Ben onu görmemiştim ama içerde olan zaten Egemen'di. Eğer Peri Aksu içerdeyse görecek olan da oydu.

Hoş görse bile bunun hakkında konuşur muydu kestiremiyordum. Egemen açık bir insan değildi. Sır olmayan bir şeyi bile sırlaştırabilecek bir ketumluğu da vardı.

Karargaha döndükten sonra kısa bir duş alıp üzerimi değiştirdim. Egemen'i merak ettiğim için acele ediyordum. Saçlarımı tararken Ferhan yatağına uzanmış açtığı saçlarıyla oynarken operasyonda asla dikkatimi çekmeyen detaylar veriyordu. Gökçe ise alenen onu dinlemeyerek elinde ki tabletten bir şeye bakıyordu.

"Ben diyorum ki," diyerek uzandığı yerden doğruldu Ferhan. Ben ona bakarken Gökçe hâlâ büyük bir dikkatle tablete odaklanmıştı. Ne yaptığını merak etsek de ikimiz de bakmak için uğraşmadık. "Gökçee Tutku Hanıım!"

Gökçe, "Ne var, ne oldu Ferhan?" diye sordu. "İşim var çabuk söyle." Gözlerini zorlukla ekrandan kopardı.

"Ne yapıyorsun ki sen?"

"Yarın sabah Utku'nun yanına gideceğim o yüzden kitap listeme bakıyordum."

"Ooo kaynaştınız bakıyorum da!"

"Ay saçmalama Allah aşkına. Zor bela bir iletişim kurduk onda da senin romantikleştirme çabalarınla uğraşamayacağım."

"Üzüldüm çocuğa şuan."

Ferhan'ın lafına istemsizce gülerek, "ben de." diye ekledim. "Kendi hâlinde efendi birine benziyor ayrıca. Bu kadar zor mu gerçekten iletişim kurmak?"

Gökçe'nin omuzları bu soru ile düşerken ofladı. "Ne bileyim ya..." derken büyük bir ikilemde kalmıştı. "Bana daha çok züppe ve ukala gibi görünmüştü."

Gökkuşağının Kayıp Rengi (Asker Konulu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin