gül rengi/ 29

13.1K 1.1K 301
                                    

Oy sınırı 550:))


Yaşamak bir sorumluluktu aslında. Mücadele etmek, pes etmemek Tanrının bize verdiği en büyük sorumluluklardan biriydi.

Ama insan zorlanıyordu işte. Çok kolay görünüyordu. Herkes yapabiliyordu? Bir ben mi hep yanlış cevapları işaretliyorum diye düşünmekten kendimi alamıyordum.

Çünkü ben bu konuda hep eksik kalıyordum işte. Sanki diğer insanların hepsi ek ders alıp dershanelere gidiyordu da ben devamsızlığımın bile sınırındaydım. Ben artık yaşayamıyordum işte. Sorumluluğumu doğru düzgün yerine getiremiyordum.

Gözlerimi açtığımda ilk yaptığım şey zorlukla yutkunmak oldu. Beni uyandıran şey dışarıdan gelen bağırış sesleriydi.

Aslında ben gözlerimi açmak istemiyordum. Hiçbir şey hatırlamak istemiyordum. Hiçbir şey öğrenmek de istemiyordum. Ben kimseyi görmek de istemiyordum.

Sürem dolana kadar bu sessizliğin içinde huzurla boğulmak istiyordum.

Ama buna bile izin vermemişlerdi. Dışardan Uğur Demiraslan'ın ve dayımın bağırışlarını duyuyordum. Hemen kapının diğer tarafında duruyorlardı. Panik tüm hislerimi ele geçirdi. Kendimi onlarla yüzleşmeye hazır hissetmiyordum. Yüzleşmeyi geçtim kimseyle aynı odada bulunacak kadar bile iyi değildim belki de.

Kafamda tonlarca düşünce vardı ve ben çokluğunun altında eziliyordum.

Çağrı'yı vurmuştum.

Annem... Onu da vurmuştum. Durumu nasıldı bilmiyordum. Gerçekten onu vurmuştum ben. Gözlerimi bile kırpmamıştım. Ondan bu denli nefret mi ediyordum? Sevgiye ve ilgiye olan açlığım sinsice nefrete dönüşmüştü de ben mi fark edememiştim?

Derin bir nefes aldım. Dolan gözlerimi kırpıştırmam hiçbir işe yaramadı.

"Baba, bağırmasanız?" diyen Egemen'in Uğur Demiraslan ve dayıma karşın daha düşük desibelde olan sesiydi.

Uyanır uyanmaz onları bu kadar yakınımda beklemiyordum. İstemiyordum da. Dedim ya, yüzleşmeye hazır değilim henüz.

Yabancı bir ses araya girdi. "Çekilin beyefendi hastanın kapısının önünden! Koridorda da ses yapmayın. Hastaları rahatsız ediyorsunuz!" Birkaç homurdanma yükseldi, kaldığım odanın kapısı açıldı ve içeri doktor önlüklü bir kadın girdi. Az önce konuşan o olmalıydı.

"Güneş Milan Aksu, değil mi?" diye sorarken zaten elinde ki dosyaya bakıyordu. Ben de anlamsızca ona diktim bakışlarımı. Cevap vermedim.

Başını dosyadan kaldırıp bana baktı. "Adını hatırlıyor musun?"

Kafamı çarpmıştım. Bunun bir yan etkisi olarak hafızamda bazı sorunlar yaşamıştım. En azından bu şekilde olduğunu tahmin ediyordum. Kadına başımı salladım. Kapının aralık durduğunu ve dışarıdakilerin pür dikkat sessizce bizi dinlediklerini anladım. Doktorun uyarması mı yoksa benimle konuşuyor olması mı susturmuştu onları?

"Buraya getirilmeden önce hatırladığın son şey ne?"

Düşündüm. Hatırladığım son şey duyduklarımla artık nefes almaya bile dayanamayacağımdı. Çağrı'nın kolları arasındaydım. Bana sıkı sıkı sarılmıştı, sanki kaçıp gitmemden korkar gibi...

"Ben..." dedim, hafif bir iç geçirme ile. "En son göreve gönderildim. Fatih diye bir asker çocuğu ile beraber kamptan kaçtık. O... Yaralanmıştı ve ben de onu sürükleyerek kamptan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Sonra da bir taşa takılıp düştüm. Son hatırladığım şey bu. Sonra gözümü burada açtım. Askerler gelip bizi kurtarmış olmalılar." Kadın bana öylece bakarken endişe ile sordum. "Fatih burada değil mi? O nasıl?"

Gökkuşağının Kayıp Rengi (Asker Konulu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin