Herkese merhaba! Bölüme başlamadan önce ufak bir duyurum olacak: Bu ve 29. Bölümü biraz geçişler ve zaman atlamaları ile okuyacağız. Çünkü kitabın gidişatı birazcık bunu gerektiriyor. Haberiniz olsun.
Bolca yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın. Keyifli okumalar!
Yirmi Sekizinci Bölüm: RÜYA RUHU
Barbaros Anat’ı tanımlamak için bir sürü şey sıralayabilirdim. Onun çok iyi bir avukat olduğunu anlatır, harika bir abi olduğundan uzun uzun bahsederdim. Ama anlattığım her şey abimin hep en iyi özellikleri olurdu.
Abimin de her insan gibi kötü özellikleri vardı. Bunlardan biri kesinlikle siniriydi.
Bu konuda kime çekmişti bilmiyorum ancak sinirlendiği anlarda gözü dönerdi ve hiçbir şeyi görmezdi. Ortalığı yıkar, ateşe verirdi. Sonra da ateşe verdiği her yeri büyük bir gülümseme ile izlerdi.
Abimi bazen ağlamalarım ve sırnaşmalarımla ben sakinleştirirdim. Ancak benim bile yetemediğim anlar olurdu. İşte o anlarda yaptığım tek şey arkama bakmadan topuklamak olurdu.
Topuklamak kelimesini cümle içinde kullanmak beni rahatsız ederken, rahatsız olacağım en son şeyin bu olması gerektiğini fark ettim. Oldukça gergin bir ortamın içindeydim ve düşündüğüm tek şey asla kullanmayacağım bir kelimeyi kullanmak olmamalıydı.
Abimi en son gördüğümde, o Trabzonspor futbolcusu ile her yerde boy boy haberleri çıkmıştı. O gün abimi kimse sakinleştirememişti ve gerçek anlamda her yerde ufak çaplı kıyametler kopartmıştı. O zamanda abimin sinirlenmesine sebep olan şey bendim.
Ve şu anda da bendim.
Ki bu sefer de asla abimden kaçamazdım. Özellikle onun sınırları içindeyken ve yanımda Adal varken.
Adal’ı hatırlamamla gözüm ona kaydığında, onun benim aksime rahat olduğunu gördüm. Ki bu rahatlığın beni sinirlendirmediğini söylesem kesinlikle yalan söylemiş olurdum.Gözlerim kısılırken ona ters bakışlar atmadan edememiştim. Abim ve Caner abiler aşırı gerginken bu rahatlığı kesinlikle delilikti.
Gözlerim o anda köşede bize bakarak dedikodu Ekinler, Taha ve Atalay’a kaydı. Kendi içlerinde kümelenmiş ve ciddi anlamda kısık sesle dedikodumuzu yapıyorlardı. Daha çok anlatan taraf Berke’ydi gerçi. Yakınımızda olduğu için tabi ki de o anlatırdı! Arkadaş değil yılandı cidden.
Caner abi ise çatık kaşlarının altından bize ürkütücü bakışlar atan abime kısık sesiyle bir şeyler söylüyordu. Sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi ama işe yaradığını pek sanmıyordum.
Ama ben Adal’a bugün demiştim, konuşacağım demiştim. Şu an yanımızda ne işi vardı yani? Özlediyse biraz daha bekleyebilirdi! En azından ben abime anlatana kadar.Gerçi öyle gitseydi bende abime hiçbir şey anlatamazdım. Belki de böyle öğrenmesi iyi olmuştu.
Abimin telefonunun zil sesi salonu doldurduğunda içime derin bir nefes çektim. Annem, teyzem ve Eylül’e gizlice attığım ‘imdat’ mesajını görmüş olmalılardı. Abim gözümün içine bakarak büyük bir sakinlikle telefonunu tamamen kapattı ve koltuğun kenarına attı.
Ters bakışlarını ikimiz üzerinde gezdirdikten hemen sonra, kollarını dizlerine dayadı ve yumruklarını açıp kapatmaya başladı. Adal’ı döver miydi acaba? Bence dövmezdi. Yani seviyordu çocuğu, bir şey yapmazdı herhalde. “Ne zamandır birliktesiniz?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YULA
General Fiction'En Güzel Beşiktaş'ın Çocukları Sever: 4' Tek bir dünyada, nasıl olurdu da birbirinden çok farklı iki dünya olabilirdi? *** "Abart." dedi Eylül memnuniyetsiz ifadesi ile bana bakarken. "Gayet tatlı bir çocuk. Kıvırcık falan, beğendim ben." diyerek d...