Bu sesi tanımayı hiç istemezdim. Ama sesin sahibi bir alacaklıydı. Telefonla nerede olduğumu soracak kadar kendine güvenen bir alacaklı. Zaten berbat bir haldeydim, sağ kolumun altına sıkıştırdığım CV dosyalarımı bir yerlere fırlatma isteği içimde patlamıştı. Bir yandan telefondaki sese cevap verdim öteki yandan da berbat otelin berbat danışmasına dosyamı fırlattım. Fırlatırken de kızlara çemkirmiştim. "Alın! Asansör tamiratından anlamam ama!" Kızlar yüzüme boş boş bakarken dosyayı havada kapmışlardı. Ne yaparlarsa yapsınlardı artık. Buradan defolup gitmeliydim.
"Ne asansör mü?"
"Yok size demedim!"
"Patronunum ben. Patron diyeceksin. Size demedim Patron!"
"Patron mu? Ne patronu ya! Borcumu ödeyeceğim tamam Allah Allah kaçtık mı?"
"İstesen de kaçamazsın zaten küçük yaratık. Yarın işe başlayacağını hatırlatmak istedim. 7'de gel adresi mesajla atarım."
"Bu bir şakaysa gülmedim."
"Bunun bir şaka olmasını ben de dilerdim lakin senin şaka gibi varlığın buna izin vermedi. Tamamen gerçek. 7 buçukta kahvaltım hazır olsun. Güle güle!"
Telefon kapanmıştı. Zart diye de kapatılmazdı değil mi? Bu adam adabı muaşeret diye bir şeyin varlığından kesin olarak habersizdi.
Bu günü de bitirmiştim neyse ki! Otelden çıkınca sahilde biraz yürümek iyi gelmişti. Şimdi de eve gelmiş hiçbir işe yaramayan iş görüşmemi ve tabii Dünya Yakışıklılar Ligini muhtemelen ilk sırada tamamlayan Demir Bey'i düşünüyordum.
Sahiden o neydi? Klostrofobi mi? Bu adam bir yerde uzun süre havasız kalamazdı yani bunun gibi bir şey olmalıydı. Dünya üzerinde o kadar fobi varken gidip böyle bir fobi seçmek ancak ona yakışırdı. Beynim bugün ve yarın arasında olacaklara odaklanmışken telefonum Demet'in o harika sesiyle yeniden çalmaya başlamıştı. "Yarına kalsa da yanına kalmaz acı döner gelir..." şarkıyı biraz daha dinlemek için bilerek açmamıştım. En sonunda açtığımda arayanın annem olduğu gerçeğiyle yüzleştim.
Her zaman yaptığımız soğuk konuşmalarımızdan farklı bir konuşma geçmemişti aramızda. Bir anne ve kızın yapması gereken hiçbir şeyi yapmamış iki yetişkin olarak samimiyetsiz telefon konuşmamıza bir son vermiş ve kafamla yastığımı buluşturmuştum. Çünkü yarın zorlu bir gün olacaktı.
+++
Seçkin Sahipoğlu sabah yürüyüşünü sahilde müzik eşliğinde yapıyordu. Yüzünde güller açıyor etrafındaki kadınların hepsinin kendisine bakması egosunun elini tavana değdiriyordu. Seçkin her gün geçtiği bu yerlerden çekecek birkaç kare yakalamış ve bir dahaki sefere makinesiyle çıkmaya karar vermişti. Günün bu saatinde ışık seviyesinin harika olduğunu keşfetmesi hiç de zor olmamıştı. Profesyonel bir fotoğrafçı için fazla zeki ve fazla pratikti.
Yürüyüşünün ardından evine gelmişti. Dev bahçe kapısının diğer tarafından dolanmış ve ön kapıdaki kızı fark etmişti. Siyah uzun saçları, üzerine geçirdiği kot şortu ve üstündeki kısa kol bluzuyla bu kadının gereksiz çekiciliğini fark etti. Üzüm asmasının altında kapının açılması bekler vaziyette bekleyen kadına doğru yürüdü. Yürürken o kadının bir fotoğrafını çekmenin güzel olabileceğini fark etmişti. Bir yaz günü, üzüm asması altında, siyah saçları dalgalanan kadın! Evet, tam bir fotoğraf konusu gibiydi. Seçkin oradan çıkıp gerçeğe döndü kadını korkutmak istemez bir edayla seslendi.
"Vay! Borçlu gelmişsin?"
"Geldim. Merhaba. Saat 7'ye on var. Yani geç kalmadım."
"Geç içeri."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Rengi
Romance"...Seçkin uzunca bir nefes alıp, kızın bileğini kavrarken kız da bir adım daha kendisine yaklaşmıştı. "Çok güzel bir rüya görüyordum." dedi Seçkin hafif kırık sesiyle: "Ne kadar güzel olduğunu düşünürken, gözümü açtım... Ne göreyim gerçek çok dah...