Demir, arkasına dönüp tam ne olduğunu soracakken Serdar'ın şöyle dediğini duymuştu.
"Şu gelen kız, Mutlu..."
Demir, "Ne diyorsun Serdar ne, kim mutlu?" derken, Serdar'ın bir kızı işaret ettiğini görmüş, o yöne başını çevirmişti. Gördüğü kız -Serdar'a göre- sıradan biriyken Serdar'ın olduğu yere çakılmasına anlam verememişti. Sonra Serdar'ın kıza seslendiğini duydu, Serdar ve kız birbirlerine doğru yürümeye başlamışlar, Demir de olduğu yerde kaşları çatık kalakalmıştı.
Mutlu, sıradan bir aileye sıradan bir yaşantıya ve sıradan çevreye sahip olan bir kızdı. Demir'in, Serdar'ın, Seçkin'in yaşadığı hatta Derin'in yaşadığı hayattan çok uzakta bir kız. Sıradan bir Türk kızıydı işte. Üniversiteden mezun olunca KPSS ile ilk seferde atanmayı başarmış bir anaokulu öğretmeniydi. Antalya'ya gelmesi de bu yüzdendi. Burada görev süreci bitince de İstanbul'a dönecekti. Mutlu öylesine yaşadığı hayatına öylesine devam ettiği bir günde, Derin sayesinde tanıştığı Serdar'ı görerek hayatına küçük de olsa hareket katmıştı.
Mutlu, Serdar'ı gördüğünde Ne alaka? gibi bir tepki vermiş olsa da, kabalık olmaması için kendisine yaklaşan adama selam vermeyi uygun gördü.
Serdar kocaman gülümseyerek elini uzatmış "Merhaba Mutlu -Hanım dememek bu adamın genlerinde vardı- daha önce tanışmıştık. Nasılsın?" demişti.
Mutlu da nezaketen elini uzatmış -erkeklerle yakın olmaktan pek hoşlanmayan bir karakteri vardı- ayaküstü bir süre konuşmuşlardı.
Demir ikiliyi uzaktan izlerken kızın sıradanlığından kendisine fenalık geldiğini hissetmişti. Kızın bu hali Demir'e Derin'i hatırlatmış suratına anlamsız bir gülüş yapışmıştı. Derin şimdi neden aklına gelmişti? Demir bu konuyu ya kapatmalıydı, ya da oluru varsa açmalıydı. Bunun bir çaresine bakacaktı...
+++
Birkaç gün geçtikten sonra Seçkin Beyimizin elindeki yara da biraz iyileşmişti. Günlerdir bana etmediğini bırakmamıştı şu adam. Çay getir, su getir, kapıyı aç, pencereyi kapat tarzı emirleriyle ömrümden ömür götürmüştü. Yürüyüşe çıktığında da o malum selfie'sini göndermişti.
Hadi itiraf edeyim, ona çaktırmasam da adamın gönderdiği fotoğrafta çok yakışıklı göründüğü bir gerçekti. Belki de güneş gözlüğü Demir Beyden sonra en çok ona yakışıyordu. Attığı fotoğrafın altına da "Rüyanda bile göremeyeceğin sevgiliyi gör istedim" yazmıştı. Ben de cevaben, "Sizi her gün görmek yerine rüyamda bile görmemeyi tercih ederim" yazmıştım. Bunun üzerine de "Bu kadar emin olma" yazıp gülücük smileyı koymuştu. Bende bu saçma muhabbete hiçbir cevap vermeyerek bir son vermiştim.
Bugün akşam arkadaşı Serdar'ın geleceğini bir şeyler hazırlamamı söylemişti. Ben de küçük tatlı kurabiyeler yapacak değildim Seçkin için. Elimden geldiğince bir çeşit tatlı ve bir de tuzlu yapmıştım işte, gerçi elimden geldiği de pek söylenemezdi. Ama böyle durumlarda bir şey istediyse yapmak durumundaydım çünkü her yaptığım şey şu malum borçtan düşüyordu.
Borcum azalıyordu azalmasına ama ben bu eve anlam veremediğim şekilde alışmıştım. Başlarda bu evde geçirdiğim her saniye hapishane gibi gelse de şimdilerde yaptığım iş batmıyordu. Her ne hikmetse mutfaktaki eşyaları, sildiğim bibloları her ne varsa hepsi benimmiş gibi geliyordu. Taki Seçkin eve gelene kadar...
"Hizmetçi! Neredesin? Şu poşeti alsana taşıyamıyorum elim acıyor!"
Bu sesten nefret mi ediyordum yoksa başka bir duygu muydu bu içimdeki bilmiyordum. Kapıya doğru gittiğimde gözlerinde yine o bakış vardı. Adını koyamadığım o bakış...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Rengi
Romance"...Seçkin uzunca bir nefes alıp, kızın bileğini kavrarken kız da bir adım daha kendisine yaklaşmıştı. "Çok güzel bir rüya görüyordum." dedi Seçkin hafif kırık sesiyle: "Ne kadar güzel olduğunu düşünürken, gözümü açtım... Ne göreyim gerçek çok dah...