4.Bölüm "Anlaşma"

390 30 0
                                    

Adam şok olmuş şekilde suratıma bakmaya devam ediyordu. Bir yandan üzerime yürürken bir yandan da telefonunun selametini kolaçan ediyordu. Bense telefonunu sımsıkı tutmuş ve bu bana hobbit diyen adama vermemek için her şeyi yapacak durumdaydım. Adam bana her adımda biraz daha yaklaşıyordu. Ve attığı o son adımla dibimde bitmişti. Ben sağ elimdeki telefonu sanki gökyüzüne ulaşacakmış gibi kaldırdım. Güya telefonu vermeyecektim. Her nasıl olduysa o an için kaçırdığım bir şey vardı. Bu adam elbette benden uzundu. Ve elime doğru telefonunu almak için bir hamle yaptığında ellerimiz bir telefon uğruna birbirine değmişti...

Ancak şu an düşünmem gereken şey bu değildi. Bu telefonu sahibi olacak yakışıklılık anıtına veremezdim. Düşünmem gereken şey o değilken o hengâmede bile adamın yüzünün nasıl bu kadar güzel olduğunu düşünüyordum.

Adamın gözlerine bakmıştım o sırada, o da bana baktı ve "Şu telefonu verecek misin yoksa ben mi alayım?" dediğini işittim. Ah Tanrım bu nasıl güzel bir sesti. Dakikalardır duyuyordum ama nerdeyse Engin Altan Düzyatan'ın sesi kadar iyi bir sesi olduğunu daha yeni algılayabilmiştim. İç dünyamda kendime bir tokat attım ve telefonu vermemek için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaya odaklandım. Ve olanca gücümle bağırdım: "Vermiyorum!"

"O zaman ben almasını bilirim" dedi ve tek eliyle uzanıp iki elimi kavradı. Telefonu zorla asıldı. Alamadı, vermedim. Bir yandan bağırmaya çalışırken bir yandan bu dev tarafından dışarıya sürüklenmeye başlamıştım. Elleriyle ağzımı kapatmaya çalışırken çırpınıyordum. Otelin dev kapısından dışarı çıkmıştık. Adam beni öyle bir savurdu ki hiç planlamadığım bir şey oldu. Telefon yere düşmüştü...

İkimiz de eski Türk filmlerinde yavaş çekimlere bürünmüş, sanki sevdiğimiz birinin ölüşünü seyreder gibiydik. Ben korkudan o haldeydim ama o muhtemelen kuduruyordu. Gözlerimiz fal taşı gibi açıkken şok halinde telefonun parçalanışını seyrettik. Yavaş çekim bittiğinde adam üzerime geliyordu.

"Sen, sen!" diyebildi dişlerini sıkarak. O kadar sinirliydi ki gözlerinden alev fışkırıyordu. Mavi gözlerinin bir vampir edasıyla kırmızıya dönebileceğini hissettim. Korkuyla kekelemeye başladım.

"Ahh, ah şey telefon, telefonu, yani telefonunuzu tamir ettirebiliriz" dedim üç parçaya ayrılmış telefonu yerden alırken. Eğildim telefonun çıkan bataryasını ve kapağını takmaya çalışırken adam beni var gücüyle yukarı doğru çekti. Bu sefer gerçekten canım acımıştı. Bana itiraz etme fırsatı bile tanımadan elimden telefonu çekip aldı.

Bir yandan beni sararken diğer taraftan da "Bunu ödemen gerekiyor seni küçük hobbit" diye adeta haykırdı. O bakışlar altında kalmak güneşin dünya etrafındaki dönüşü gibi uzundu. Bütün beyin hücrelerimin yandığını hissettim o an.

Adam beni bıraktığında telefonu açmayı denedi. Bense özür dilemeye başlamıştım. 28 yıllık ömrümde aynı anda bu kadar çok özrü hiç dilememiş şu anda bir rekora imza atıyordum. Ve özrüme şu sözleri eklerken buldum kendimi.

"Tamir ettirebilirim. Gerçekten bunu yapabilirim."

"Tamir falan ettiremezsin seni küçük yaratık!" dedi gözlerime bakarken. Danışmadaki müstakbel iş arkadaşlarım lobinin camına yapışmış bizi seyrediyorlardı. Meraklı gözlerle bana bakan bu mini etekli kızlara birazdan, izlerken çekirdek yemek isteyip istemediklerini soracaktım.

Orda başından beri bulunan taksi şoförü de adama gelip gelmeyeceğini, başka yerden çağrıldığını söylemişti. Adam taksiciye biraz beklemesini söyleyip beni yeniden otele doğru sürüklemeye başladı.

Sen RengiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin