10. Bölüm

398 19 2
                                    

Sabah birinin saçlarımı çekiştirdiğini hissederek uyandım. Otobüsün içine dolan güneş ışınlarına karşı elimi siper ederek beni çekiştiren şeye baktım. Açelya başımda dikilmişti.

"Saat kaç lan?!" dedim. Çünkü etrafıma baktığımda henüz kimsenin uyanmamış olduğunu gördüm.

"Bilmiyorum ama ben çok acıktım kanka yaa!" diyerek isyana geçti. Normalde şurada uyurken Açelya'ya yemek aramak için kalkmazdım. Fakat benim de durumum ondan farklı değildi. Ayağa kalkıp kendime gelmeye çalışırken bizimkilere baktım.

Doruk ağzı bir karış açık uyuyordu. Başı Barış'ın omzundaydı ve sanırım salyası akmıştı. Halbuki Barış'ın onunla yan yana uyumayacağını düşünmüştüm. İkisinin hemen arkasında Dursun ve Ömer vardı. Ömer kafasını cama yaslamış Dursun da ayakkabılarını çıkararak ayaklarını ön koltuğa uzatmıştı. Demek ki koku buradan geliyormuş. Açelya ve benim uyuduğumuz koltuğun hemen yan tarafındaki koltukta da Kutay ve Baha uyuyordu. Gece de beni uykumdan uyandıran horultu bu ikisinden geliyordu sanırım.

Hepsinin bu halde uyuduğunu görünce onları bu halde bırakıp gitmeye içim el vermedi. Sonuçta büyük ifşalar çıkardı bu tiplerden.

"Kanka biraz daha beklesen de şu malları bir ifşalasak sonra karnımızı doyursak."dedim.

"Tabi ki kanka." dedi Açelya yüzündeki hain gülümsemeyle.

Ben ne yapacağımızı düşünürken Açelya da çantasını karıştırıyordu. Kalem arıyordu sanırım.

Önce Doruk ve Barış'ın yanına gittim. Barış'ın kafasını biraz aşağıya indirdim. Doruk'un kafasını da hafif yukarı kaldırdım. Şuan tam anlamıyla öpüşecek çift gibi görünüyorlardı. Birisi yerinden hafif kıpırdasa dudakları birleşecekti. Böyle bir şey bir daha asla olmayacağı için Açelya'nın telefonuyla fotoğraflarını çektim. Telefonumun şarjı çok az kalmıştı. Bununla nasıl yetinecektim ki ben?!

Ömer ve Dursun'un yanına gittiğimde ne yapacağımı cidden bilmiyordum. Fakat Açelya imdadıma yetişti. Dursun'un ayaklarını Ömer'in tam burnuna gelecek şekilde ayarladı. Bunu o kadar sessiz ve yavaş yapmıştı ki.

Açelya otobüsten çıkmak için hareketlenince onu durdurdum. Benim işim henüz bitmemişti. Kutay ve Baha'nın yanına geldim. Açelya'nın çantasından bin bir zahmetle bulduğu kalemi aldım ve adeta bir ressam ustalığıyla Kutay'ın yüzüne rast gele çizgiler çizmeye başladım. Tabi öncelikle bıyık çizmeyi ve kaş birleştirmeyi unutmamıştım. Daha sonra Baha'nın ve Kutay'ın ayakkabı bağcıklarını birbirine bağladım.

Açelya beni çekiştirmeye başladığında ona direndim. Son bir şey kalmıştı. Küçük ama büyük bir etki yaratacaktı bu. Dün biz yemek ararken su kaynağı bulmuştu birkaç kişi. Yanımızda bulundurduğumuz su şişelerine sular doldurmuştuk. Aslında yanımızda neden su şişesi bulundurduğumuzu bilmiyordum.

Elime bir şişe su alıp oturdukları koltuğa döktüm. Artık bunu hangisi fark ederse kıyamet kopacaktı. Hele Kutay yüzünün halini gördükten sonra benim boğazıma yapışırdı büyük ihtimalle. Dün bana bir iyilik yaptı diye ne ben değişecektim ne de o değişecekti. Ama şöyle de bir gerçek vardı ki ben ona bir iyilik borçlanmıştım. Bu onu hemen şimdi ödeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Açelya sessizce otobüsten çıkarken arkamda bıraktığım manzaraya gururla bakıp kendimi otobüsün boğucu havasından dışarının temiz havasına attım. Haziranın sonlarında olsak da sabahları hava soğuktu. Ve açıkçasını söylemek gerekirse şu an götüm donuyordu.

Açelya'yla beraber bir oyana bir buyana zıplayarak kolbastı oynuyoruz havasında gibi gözüksek bile ciddi bir yüz ifadesiyle ağaçlara bakıyorduk. Hayır yani madem kaybolduk neden ormana sokuyorsun ki dur o yolda işte! Geçen araba olur da imdadımıza yetişir belki! Ben öğrenciyim bunu da mı ben düşüneceğim?! Fakat mantıklı düşününce bizim kaybolduğumuz yerde başka araba ne arasın?!

İzmir'in ManyaklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin