Irmağının akışına öldüğümün hayatı beni gerçekten öldürme niyetindeydi. 'Yağmur'un çektiği dertler yetmez, bu ne ki?' demişlerdi herhalde yukarıdakiler. Sağ ve sol omzumdaki meleklerin bu konuda tartışmaya girdiğine de emindim. Sağ tarafımdaki 'Bir sal artık, yapacak iş bulamıyorum. Dertten gün yüzü görürse belki iyilik yapar da ben de çalışmaya başlarım.' diyordu muhtemelen. Sol tarafımdaki 'Olur mu öyle şey? Daha yeni başladık. Bu salak yanlışlıkla bile beni çalıştırıyor, yoruluyorum vallahi.' diye ötekine nispet yapıyordu. Orada da işler karışıktı.
Dersin iyice katlanılamaz hale geldiği dakikalarda ben de gittikçe saçmalıyordum. Kendi içimde bile durduk yere günaha girmiştim. Başımı elime yasladım ve sınıftakilere bakmaya başladım. Okul başlayalı daha iki hafta olmuştu. Buna rağmen herkes daha şimdiden çökmüştü. Bir sene böyle nasıl geçecekti?
Sıkıntılı bir nefes dudaklarımdan dışarı taştı, önüme düşmüş saçımın bir tutamını havalandırdı. Dudaklarımı büzüp yan tarafımda uyuklayan Barış'a döndüm. Bir eli çenesindeydi, gözlerini açık tutmaya çalışıyordu ama arada kayıyorlardı. Biraz daha dalarsa dengesini bulamayıp geriye düşecekti.
"Daha ne kadar var?" Seneler boyunca okul zil saatlerini öğrenmemek konusunda kendimi şartlamış olmalıydım yoksa bu mallığın başka açıklaması olamazdı.
Barış benim sesimi duyunca irkildi ve saatine baktı. "25 dakika." Evet, ders on beşinci dakikadan itibaren sıkıcılaşmaya başlıyordu. Arkamı dönüp Açelya ve Ömer'e baktım. Çoktan uyumuşlardı.
Aslında Ömer okula çok özverili başlamış olsa da üçüncü günden pes etmişti. Zaten bizden büyük olması canını sıkan bir olayken bir de üniversiteyi kazanamamaya katlanamazdı. Tekrar toparlayacağına emindim ki bize belli etmeden ders çalıştığını da adım gibi biliyordum. Her gün test kitapları daha kirli bir şekilde sırasına geliyordu çünkü. Gözüm, sırasında duran o test kitaplarına kaydı.
"Çalışmıyor." Yerimden hopladım. Barış dibime kadar girmişti.
"Lan niye ani hareketler yapıyorsun?" Omuz silkti. Sonra ne dediğini fark ettim. "Ne demek çalışmıyor?"
"Siz evde test kitaplarının ırzına geçerken bu, Ocak'ta kafasına kivili shot dikiyor. Kaçtır yakalıyorum." Başını iki yana salladı.
"Ne?"
"Yağmur, bunu Ocak'tan topluyorum kaç gündür ben. Okey atıyor, yetmiyor kağıda geçiyor. Görsen bir de nasıl profesyonel. Eve götürmek için başında beklerken beni paravan olarak kullanıp taş falan çalmış, Yağmur. Bir de kızıyor bana. Acayip geriliyorum yanında. Bozkurt selamıyla beni linçletecek diye ödüm kopuyor, Yağmur." Kaşlarımı çattım. Barış'ın sırtını sıvazladım.
"Geçecek."
"Geçmeyecek biliyorum. Çok korkuyorum, Yağmur." Bir anda boynuma sarılıp sümüklerini sildi.
"Üff sıçma hemen!" Onu kendimden uzaklaştırdım. Barış gülerek geri çekildi. Önümüzde oturan Doruk'un ensesine bir tokat savurdu. Doruk homurdanarak uzandığı sıradan kalktı. Bir süre Barış ve beni izledi ardından ağzında bir şeyler geveleyip tekrar yattı. Her şeyi bu kadar doğal karşılaması beni ürkütmeye başlamıştı.
"Ya sana ne soracağım." Barış elini şıklattı. Ona baktım. "Sizin Kutay'la-"
"Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum." İsmi bile bedenimdeki gerilim hattını dalgalandırıyordu.
Barış'ın kaşları çatıldı. "Yağmur ne oldu?"
"Barış, gerçekten bu konuyu kapatabilir misin?" Şikayet edercesine baktım ona.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İzmir'in Manyakları
Teen Fictionİzmir'de yaşayan bir grup arkadaş. Hepsi birbirinden tuhaf insanlar. Zaten tuhaf ve manyak olan hayatları daha ne kadar tuhaflaşabilir ? Yeni tanıştıkları insanlar onları ne kadar üzebilir ? Peki ya kaza olarak bilinen oyunlar daha ne kadar gizli ka...