Twenty Seven

59 14 0
                                    

Dudaklarının arasından çıkan her söz, kalbime saplanan bir oktu.
***
Ashton'un evine gidiyorum, şu an onun arabasındayım. Annemler, bana bizim evimizde kalmamı söyledi ve hatta bunun için kuzenimi evde tek kalmayayım diye yanıma yolladı ancak son anda bir işi çıktığı için, annemlere bunu benim söylememi istedi. Ama ben söylemeyeceğim, çünkü Ashton'ın evinde kalacağım bundan sonra, sanırım.
Kalbim çok hızlı atıyor ama hislerimi belli etmemek konusunda gayet başarılıyım. Bir apartmanın önünde duruyoruz, Ashton arabadan inince ben de iniyorum. Ona yakın olmak içimin ısınmasına yol açıyor.
Valizimi bagajdan alıyor ve onu takip etmem için eliyle işaret veriyor, komutuna uyuyorum. Merdivenlerden çıkarken gözü sol bileğimde takılı kalıyor.
Bileğimi, valizi tutmayan eliyle tutunca irkiliyorum. "Bu ne?" diye soruyor ama susmayı tercih ediyorum. "October, bana bak," diyor, sevdiğim yüzüne bakıyorum.
Parmaklarını izin üzerinde dolaştırıyor, "Ne zaman?" diyor. "Bunu ne zaman yaptın?"
"İki hafta önce," diyorum, sesim fısıltıdan farksız. İzi kalan tek yaram bu, bana kalırsa sebebi, o yarayı kalemle yapmış olmam.
Anahtarla kapıyı açıyor. İçeri giriyor, onu takip ediyorum. Evi geniş ama neden tek kalıyor?
"Annem ve babam iş sebebiyle farklı bir ülkede, bu yüzden burada tek kalıyorum. Bazen arkadaşım geliyor, Calum. İyi anlaşırsınız." daha ben soru sormadan cevabını vermiş olması yüzünden şaşırıyorum. Valizimi koyduğu odadayız şu an, oda gayet ferah ve bu beni bir an için rahatsız ediyor.
Bu kadar ferah bir yere alışık değilim çünkü.
"Nasıl?" eliyle saçlarının bir tutamını arkaya itiyor. "Beğendin mi?"
"Evet," diyorum dudaklarımı yaladıktan sonra, "Beğendim."
Geniş yatağa oturuyorum, "Karnın aç mı?" diye soruyorum.
"Evet," diyor Ash, yanıma oturuyor, "İstersen bir şeyler yiyebiliriz."
***
Ash yan odada uyuyor muhtemelen, saat gecenin ikisi. Bir türlü uyuyamıyorum, ferahlık beni boğuyor, çarşafların beyaz olması kendimi kirli hissetmeme neden olunca, kafayı yiyecek gibi oluyorum.
Aklıma bir fikir geliyor, odada küçük bir çalışma masası var ve ben de bu fırsatı değerlendirerek bir şeyler yazabilirim, bu düşünceyle sırt çantamdaki günlüğü çıkarıyorum, masaya koyuyorum.

Ash, şu an yan odada uyuyorsun. Mutluyum, sanırım. Bilmiyorum ya da, ne hissetmeliyim? İkimiz de boktan hayatlarımızın bize verdiği şeylerden başka şeylere sahip değiliz, ben bu deftere sahibim, bir de sen varsın işte. Var mısın bilmiyorum, iğrenç bir duygu. Bazen yalnızlık hissi hoş oluyor, bazen bok gibi hissettiriyor. Sanki bedenim bu dünyayı kirletiyormuş gibi hissediyorum. Çünkü öyle, pisliğin tekiyim. İnsanlar pislik ve iğrenç. İğreniyorum, midemi bulandırıyor bu kadar acınası olmam.
Şu anda aklıma acı, iğrenç, tiksinç kelimelerinden başka bir şey gelmiyor, sanırsam öyle hissettiğimden.
Her neyse, uyumam gerek, yarın yanımda sen olacaksın. Ben yeni bir güne başlayacağım, bir kez daha hayata lanetler saydırarak, sen yine güleceksin bana, belki ben öleceğim, sen mezarıma beyaz karanfil koyacaksın çünkü beyaz karanfilleri çok severim. Umarım bunu unutmazsın, çünkü mezarıma beyaz karanfil koymanı istiyorum.
Ve belki bir gün seninle birlikte olmak. İğrenç gelebilir ama ilkimin sen olmasını istiyorum, umarım bu da olur.
Neyse, ben uyuyorum Ash. İyi geceler tatlı kıvırcığım.

October // IrwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin