İthaf;DenizKanburoglu
Güzel şiirini hikayemde kullanma hakkını bana tanıdığın için teşekkürler!
Bölüm sonunda benim deli gibi yorum beklediğimi unutmayın!
İyi okumalar!
*
Mutluyum, son günlerde hiç olmadığım kadar mutlu.
Eklem yerlerimiz bembeyaz kesilinceye kadar, birbirimizin ellerini sıkı sıkı tuturak uyandığımız sabahın ardından, dört büyük gün geçmişti. Dört artı üç, eşittir yedi. Yani bir yarışın son günü, bir bilgisayar oyununun son leveli. Ya bugünü atlatıp, yarıştan galip gelerek oyunu bitireceğim, ya da kendimi tuzla buz olmuş vaziyette bulup, başlangıç çizgisine, yani bir hiçliğe geri döneceğim. Mutlu olmamın sebebi, bu iki ihtimalin arasındaki, büyük risk ve uçurum değil tabi ki. Sürenin neredeyse bitmesine, yedinci günün akşamüstü olmasına rağmen, her şeyin yolunda, tıkırında ve olumlu sürüp gitmesi asıl huzur veren, korkumu içimden söküp alan.
Bu dört gün içerisinde çeşitli evrelerden geçtik, bu sayede ilişkimiz daha bir kuvvetlendi. Daha önce hiç karşılaşmadığımız olaylarla burun buruna geldik ve bakın, biz ayrılmadık.
Ne olayı, diyeceksiniz. Beni ürküten, korkutan ve üzen olaylar. Üst üste yaşanan, Çağatay'a ve bana zarar veren olaylar. Belki de ayrılmamız için tuzak olan olaylar. Fakat şu an hepsi bitmiş durumda. Aşmadığımız, aşamadığınız bir tanesi bile kalmadı.
Ve Çağatay doğru kişi.
Güvenebileceğim ve arkamı yaslayabileceğim biri olduğundan artık kesinlikle eminim. İşte bu yüzden, bunu söyleyebilmem için, kesinlikle başımıza kötü şeylerin gelmesi gerekiyor. Dost kara günde belli olur derler ya, sevgili de öyle. Çağatay iyi bir sevgili, iyi bir eş, iyi bir sığınak ve aynı zamanda iyi bir dost. Yaşananlardan bu anlaşılıyor, bir de beni çok sevdiği.
Çağatay'ın evinde sabahladığımız gün, yani kendimce yaptığım geri sayımdaki dördüncü gün, beraberce hazırladığımız kahvaltı sonrası, birlikte okula gitmiştik ve Kübra'nın gecedeki olayı gerçekten iyi idare ettiğini, Melis'in haberi olmamasından, abimin fark bile etmemesinden anlayabilmiştim. Okul gayet sıradan geçerken birden ters köşe oldu ve neye uğradığımı şaşırdım. Çağatay yanımdaydı ve yine Beyza ve Merve.
İlk olarak ben ve Çağatay kantindeki masada yerimizi almıştık. Sohbet, muhabbet, şakalaşmalar, Çağatay'ın ara sıra yaptığı egolu, kendine dönük olan tatlı övgüleri... Sonrasında Beyza kantin kapısından içeri girdi ve gülüşmelerimize ortak oldu. Sohbet uzayıp gittikçe ben Çağatay ve Beyza'nın kafasının uyuştuğuna daha bir ikna oluyordum. Her şey buraya kadar güzel, hattâ mükemmel denecek kadar iyiydi. Ama daha sonra bir hışımla kantin kapısından içeri Merve girdi. Hızlı hızlı etrafı taradı ve yine hızlı adımlarla yanımıza geldi. Elindeki telefonu sertçe masaya vurduğunda ise "Sürtüğü buldum! " diye bağırıyordu.
Şaşkın şaşkın yüzüne bakmamız, onun telefonun üstünden elini çekmesiyle son buldu ve bu sefer aynı bakışlar, telefonun ekranına kaydı. Boğazından çıkan hırıltı tarzı sesin olma sebebi, yani ekrandaki kıza kilitlendi gözlerimiz. Ve bu kişi, Ecem'den başkası değildi.
Kafamı telefondan kaldırdım ve "Ne demek istiyorsun?" diye sordum ciddi düzeyde.
"Bora'nın benden uzaklaşmasının sebebi buymuş!" diye yine bağırarak konuşmaya devam etti. "Düşünebiliyor musun? Bora benimle çıkarken bu sürtük onun aklını karıştırıyormuş!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAKINTI
Teen FictionOna hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi söyleyememiştim. Hiç dokunamamıştım. Hiç beraber uyuyamamıştık. Hiç saçlarıyla oynayamamıştım. Hiç dizlerine yatamamıştım. Hiç özlediğimi söy...