Yorgun bedenlerimizin sabahı karşıladığı yeni bir günün başlangıcında yattığım yataktan benden önce bir ruh doğrulup kalkmıştı. Göz kapaklarımın arkasındaki girdap kan ter içinde kalmamı sağlarken ruh gayet özgür, semaya yükselip bulutların arasına karıştı. Tüy kadar hafif ve bir o kadar naifti. Beyaz, hafif bir duman gibiydi. O bedenimden koparken koptuğunu hissederek acı çektim, gitmesini engellemek istedim ama yapamadım. Göz kapaklarım tenime yapışmıştı adeta, açamıyordum ama etrafı görebiliyordum.Bu sabahın benden bir şeyler götürdüğünü, eskisinden eksik olduğumu görüyordum sanki. Bir şeyler kaybetmiştim; hem de istemeden, acı çeke çeke.
Göğüs kafesime dolan ve kemiklerimi saran sıkı, yoğun bir acıyla gözlerimi sımsıkı yummak zorunda kaldım. Bedenim yukarıdan bir güç onu yanına çekiyormuş gibi yukarı kalktı; kalp masajı yapılan hasta bedeninin doktorun elindeki aletlerle havaya yükselmesi gibi olmuştu, olanları dışardan bir göz gibi izliyordum. Bedenim yatağa yan dönerek devrildi, aynı zamanda buruşuk yüzümü yastığa gömüp göğüs kafesimin acısını, "Ah," diye inleyerek dindirmeye çalıştım. Bu sırada acı yüklü ses en derinliklerimden gelmişti, kasıp kavuran acıyı sıcak nefesimle yastığa üflemiştim.
Gözlerimi araladığımda az önce izlediğim film kaldığı yerden -ancak bu defa kendim olarak- devam etti, avuç içlerimi yatağa bastırarak güç aldım ve kafamı yastıktan kaldırdım. İlk önce etrafa şaşkın şaşkın bakındım, odayı garipsememden daha çok az önce yaşadıklarımın gerçek olabilme ihtimali kafamı allak bullak etmişti. Yanım boştu, oda boştu, zihnim ikisine karşın kazan gibiydi.
Boş gözlerimi etrafta gezdirmeye devam ettiğimde odayı zihnim yavaş yavaş tanıdı; bu oda Hakan'a hem çok yakın hem de çok uzak hissederek geceyi geçirdiğim o puslu yerdi. Buraya beni kim yatırmıştı? Hakan neredeydi? En son o oturur vaziyette uyuyordu ve ben de onun kucağında uyukluyordum. Gece bana katlanamamış mıydı yoksa? Beraber uyumuş muyduk yoksa uyumamış mıydık?
Tek elimi saçlarıma daldırmadan önce dün gecenin neden bu kadar berbat geçtiğini açıklayan birkaç kare geçti gözümün önünden. Tiner. Hakan. Yangın.
Ölenler.
Bu kahrolası düşüncelerin ardından kapı kolunun aşağı indirilmesi ve Hakan'ın boş bakışlarla içeri girmesi 'keşke uyanmasaydım' dedirtti. Keşke sonsuza dek uyusaydım, tıpkı o adamlar gibi. Her günüm böyle mi başlayacaktı? Daha yatakta iken bile pişmanlıkla?
Hakan ağır adımlarla içeri girerken yüzümü buruşturdum. Onun yüzünden berbat bir suç işlemiştim ama bu onun umrunda bile değildi. Benim ondan daha küçük, ondan daha güçsüz ve her şeyden önce duygusal olduğumu unutuyordu. Kendi ile bir tutuyordu sanki, ya da beni nedenini bilmediğim bir şeyden ötürü cezalandırıyordu. Veyahut çok güçsüz olduğumun farkındaydı ve güçlenebilmem için bana böyle ağır şeyler yüklüyordu. Her ne olursa olsun, bunlar beni güçlü değil aksine daha çok güçsüz kılardı. Alınan canların yükünü omuzlarında taşıyan iki büklüm bir kız...
Bakışlarım tekrar canlanıp Hakan'ınkilere karşılık verdiğinde dudakları kıpırdadı ve konuşmaya başladı. "Başımı derde sokma, benden uzak dur, her tan ağrısı seninle uyanamam, gökçül bir yalnızlığı kucaklamışım, kimseyle bölüşmeye dayanamam, sen benim gözlerime uzaktan bak dur."
Kaşlarım çatılıp sarf ettiği kelimelerin şaşkınlığıyla gözlerimi kırpıştırınca halime ruhsuzca tebessüm etti. "Senin şarkınla uyuduk, benim şiirimle uyanalım istedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAKINTI
Ficção AdolescenteOna hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi söyleyememiştim. Hiç dokunamamıştım. Hiç beraber uyuyamamıştık. Hiç saçlarıyla oynayamamıştım. Hiç dizlerine yatamamıştım. Hiç özlediğimi söy...