50. Bölüm "İZAN"

28.3K 1.5K 604
                                    



Çürük basamakların üst üste atılmasıyla oluşmuş merdiveni çıktığınızda son basamağa geldiğinizde yıkılır, yere çakılırsınız. Emin olmadan attığınız her adım sizi bilinmeze sevk eder, kaybolursunuz. Yapılması gereken, olasılıklar üzerinden hareket etmeyip kesinlik yakalamaktır.

Yaptığımız her hareketten ziyade aklımızdan geçenlerin dahi hayatımızda tesiri vardır. Her şeyi kaybettikten, yaşayıp gördükten sonra bunların idrakı can sıkıcı ve pek de manasız olacaktır. İnsan en başta kendinden emin adımlar atmalı; yolun sonuna geldiğinde ise başı dik, alnı ak olmalıdır.

Düşünmeden hareket etmek mahvedecek bir hayatı olmayanlara mahsustur. Ya da hayatı zaten mahvolmuşlara.

Tam şu noktada; yaşadığım evin bahçesinde, yere fırlatılmış haldeyken bataklığa saplanmışçasına dış dünyadan uzaklaşmış cansız bakışlarımla artık kaybedecek hiçbir şeyim olmadığını düşünüyordum. Boş hissediyordum, ancak yanı sıra sanki özgürdüm. Kaybetmiş, canı yanmış, kırık, ancak kindar. Özgür. Olduğum gibi. Ben olduğum için, hayatıma istediğim şekli verdiğim için aldığım tepki ve uğradığım hakaretlerle tam olarak benmişim gibi hissediyordum. Uğrunda her şeyi karşısına almış idealleri, hayalleri ve hedefleri olan, güçlü bir genç kız gibi hissediyordum.

Yıllarca yaşamış olduğum evin bahçesinin taş yolunda, yıkılmış, bezmiş ve pes etmiş bir yığıntı halinde durmamı sağlayansa insanların, en başta abimin, beni bu kadar hızlı, tek kalemde silebilecek kadar değersiz, önemsiz, kullanılmış hissettirmesiydi. Demek bunca zamandır kafaya takıp içimi kemiren abi figüründen dolayı sakladığım aşkım, birçok şeyim, yalnızca evden atmak kadar kolay bir çözümle burun burunaydı. Sadece bunun olacağını bilseydim belki de kendimi bu kadar kasmazdım. Abim korkağın önde gideniydi.

Kendimi fazlalıklarından arınmış, artık daha hür ve rahat gibi hissettim ancak insanın kaybedecek bir şeyinin olmamasının verdiği özgürlük kadar değersiz hissedişi de vardı. Bunca kişinin aşkıma cephe almasının sebebi neydi? Bir bildikleri olmasından korkuyordum. Çabuk silinmek, tabiri caizse harcanmak kadar acı bir şey daha yoktu. İç ve dış dünyanızı ele geçiren insanlar sizi hiç düşünmeden, hesap etmeden kapı önüne koyabiliyor, yaşadığınız değersizlik ve aptallık hissiyle baş başa bırakıyorlardı. Siz onlara olan tavırınızda kendinizle pek çok kez münakaşa etmiştiniz belki ama onların tek yaptığı gerek madden, gerek manen, kapı önüne koymaktı. Yaşanan çaresizlik, acıma -kendine- ve kullanılmışlık hissi paha biçilemezdi.

Nefes alışverişimin ilk başta hızlandığını, ardından da tıkandığını hissettim. Bedenim ruhumun yaşadığı çalkantılara ayak uydurmaya çalışsa da bunun imkanı yoktu çünkü ruhum gözle görmenin olanaksız olduğu bir şekilde sarsılıyor, fırtınalara göğüs geriyor, şiddetli dalgalarla en uç noktalarıma vuruyordu. Bedenim ise onun tam aksi hareketsiz, nerdeyse nefes dahi almıyormuşçasına sakin, hissiz duruyordu. Gözlerim yere saplanmıştı ama görmüyordum, yaşadığım hisler sanki somut bir hal alacak kadar yoğundu da dış dünyaya ihtiyaç yoktu. Bizim, ben ve Hakan'ın çevirdiği dümenler etkisini şimdi gösteriyordu. Etkisi ağırdı. Kendi başımıza çorap örmüştük. Abimi kaybetmiştim. Buna değer miydi bilmiyordum. Bilemeyecektim. Hayatımıza bir gökkuşağı gibi giren erkekler -renkli, canlı, çabuk kaybolan- yine hayatımızın temel taşı gibi olan adamları kaybetmemize yarıyordu. Kullanılmış mıydım? Böyle ağır yıkımlar getireceğini benim bildiğim gibi Hakan da biliyordu ve ses etmemişti. Olmaz dememişti. Hakan'ı suçlamak belki akıllıca değildi ancak öyle ya da böyle bunların o da farkındaydı.

Sanki bir yerlerden onu suçladığımı işitmişçesine hızla gözümün önünde belirmesiyle irkilerek kendime geldim. Ben şaşkın şaşkın yüzüne bakarken o da aynı şaşkınlıkla ilk olarak bacaklarını dizlerinden bükerek bana doğru eğilmeye çalıştı ve "Ceren?" diye sorar gibi konuştu garip bir sesle. Yüzüne kayıtsız bir şekilde bakmalarıma karşılık çevresine çaresizce göz attı ve sanki vaziyetim her nasılsa ona sıkıntı veriyormuş gibi yüz ifadesi ekşidi. Dikleştiğinde "Ne yaptı o sana?" diye sordu. Ne mi yapmıştı? Günlerdir yaşadığım sıkıntıların hangi birini anlatmalıydım? Vaziyet bu kadar ortadayken, zaten boş boğazlık etmem sonucu bu kadar sıkıntı doğmuşken, konuşmak, tek kelime etmek o kadar manasızdı ki... Hakan'ın beklenti dolu bakışlarına cevap olarak tek yaptığım sertçe yutkunmak olmuştu. Bana tanıdığı süre ya da sabrı bitmiş olacak ki hızla yönünü evden tarafa döndü ve elimi onun eline atmamla havaya karışan ses keskindi. Duraksayıp omzunun üstünden geriye, yerde oturan bana baktığında ona yine bakışlarımla gitmesini istemediğimi, fayda etmeyeceğini, hatta değmeyeceğini anlattım. Anlattım, anladığından emindim çünkü doğru ya da yanlıştı belki ama en iyi onun beni tanıdığını, anladığını hissediyordum. Aşkımı fark etmese bile. Belki de aşkının üzerimdeki hakimiyetiyle onun bana olan hakimliğini karıştırıyordum. Ya da zaten eş değerdeydiler.

TAKINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin