Odamın camından gelen tıkırtı sesleri istemsizce gözlerimi açmama sebep olmuştu. Duvardaki saat sabahın 4.23'ünü gösterirken, zorlukla yerimde doğruldum. Bir tıkırtı daha duyduğumda korkuyla üzerimdeki yorganı ayak uçlarıma itekledim. Yavaşça komodinin üzerindeki gece lambasını yaktığımda etraf yeterince aydınlanmıştı. Gidip camın önündeki perdeyi çekip, tıkırtıya neyin sebep olduğuna bakmalıydım ama doğruyu söylemek gerekirse buna pek yememişti. Birkaç saniye daha yerime sinmiş bir şekilde bekledikten sonra kalkmayı başarabilmiştim. Büyük camların önüne geçtim. Yavaşça perdeyi araladığımda, aşağı bahçede gördüğüm silüet, ufak çaplı kalp krizine sebep olmuştu. Gözlerimi kısıp, dikkatle baktığımda bunun kim olduğunu anlamıştım bile. Uzun siyah ceketi, dar siyah kot pantolonu, kahverengi botları ve omuzlarında biten, kahverengi kıvırcıkları. Bu Harold'dan başkası değildi. Ama burada ne işi vardı? Sessizce camı açtığımda bunu farketmemişti. Başı yere dönük bir şekilde sanki kaybettiği bir şeyi arıyor gibiydi.
"Lanet olsun, taşlarım bitti!" Diye söylendi kendi kendine. Anlaşılan camdaki tıkırtıların sebebi attığı minik taşlardı. Niall'ın şu küçük saksısını süslemek amaçlı kullandığı taşlar olmalıydı. Ah, harika...
"Hey!" Fısıltıyla seslendim. Aniden başını kaldırdığında baygın bakışları, beni bulmuştu. Yüzüne yavaşça yayılan aptal gülüşü sanki 'ben sarhoşum' diyordu ama sarhoş birine göre fazla ayık gözüküyordu.
"Beni içeri alabilir misin? Biraz üşüdüm de." Ne kadardır burada olduğunu bilmiyordum. Neden burada olduğunu da bilmiyordum.
Hafifçe başımı evet dercesine salladıktan sonra beklemesini söyledim. Niall'ı uyandırmamak adına kapımı olabildiğince sessiz açıp, merdivenleri de olabildiğince hızlı ve sessiz inmeye çalışmıştım. Ve sanırım başarılı olabilmiştim de.
Kapıyı açtığımda kendini verandadaki direklere yaslamış, kollarını birbirine dolamış, yüzündeki çarpık gülümsemesiyle bana bakıyordu. Bu görüntü bana tandık gelmişti. Ah evet, tanıştığımız gün!
Asıl garip olan, daha bir kaç saat önce gözleri dolu dolu yanımızdan ayrılan çocuk, şimdi nasıl bu kadar içten gülümseyebiliyordu.
Kollarını birbirinden ayırıp yavaşça yanıma doğru yürüdü. Soğuktan kızarmış burnu çok tatlı gözüküyordu ve kendimi dolgun pembe dudaklarına bakmaktan alamıyordum. Onu daha fazla bekletmeden içeri aldığımda ardından kapıyı yumuşakça kapattım.
"Odana çıkabilir miyiz?" Boğuk sesi fazla yorgun geliyordu. Sorusu karşısında afallamıştım. Garip bir soru falan değildi aslında. Tamam kabul. Biraz fesat olabilirim. Sadece biraz.
"Pekala." Başımla söylediğimi onayladığımda dikkatle suratımı inceliyordu. Yoğun alkol ve sigara kokusunu almak pek de zor değildi. Neden içmişti ki?
"Sen iyi misin Harold?" Dediğimde sessiz bir kahkaha attı.
"Harold..." Diye fısıldadı kendi kendine başını öne eğerken.
"Evet iyiyim. Kendimi kaybedecek kadar içmedim. İnan bana sarhoş değilim ama kafamın biraz hoş olmadığını söyleyemeyeceğim. Sadece biraz." Diye ekledi hala çarpıkça gülümserken. Daha sonra merdivenlere doğru yöneldi. Peşinden onu takip ediyordum ve oldukça sessiz olmayı deniyorduk. Odamın kapısına vardığımızda, aralık kapıyı iyice açtıktan sonra bana dönüp başıyla içeriyi işaret etti. Ardımızdan kapıyı sessizce kapatıp üzerindeki uzun ceketi çıkartarak yatağın üzerine attı. Giydiği siyah tişörtü üzerine hafifçe yapışmıştı ve bu muhteşem vücudunu biraz olsun gözler önüne seriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNEXPECTED
FanfictionAkan göz yaşıma engel olamadan arkamı döndüm. Yüzünü görmek bana acı veriyordu. Öfke. Hüzün. Hayal kırıklığı. Bütün duygularım birbirine karışmıştı. Koluma değen eliyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Darcy, seni seviyorum. Lütfen beni dinle..." Demişti...