42. BÖLÜM: "ENGEREK"

1.7M 29.1K 179K
                                    

Bölüm Şarkıları: Raised by Swans – Night Fighter

Raised by Swans – North of Light's End

Pink Floyd – Hey You

42. BÖLÜM: "ENGEREK"

İntiharın melodisi kayarken duvarlardan aşağı kan renginde, boyuyorum gökyüzünü gözlerimde inşa edilen ceset nehrinin kızıl türküsüne. Bir yılanın yumurtası çatlıyor, kabuğu kırılıyor ve parçalanıyor gözlerindeki perde. Uyanıyoruz.

Dikiş tutmayan bir yaraya yapıştırılan yara bandıydım ben. O yaranın Efken olduğunu biliyor, kendimi onun üstüne örterken çaresizliği göğsümün yamaçlı dağlarına tıpkı bir hazine gibi saklıyordum. Hazinenin haritasını bir yıkımın avuçlarına iliştirmiştim. Gözlerimi, geçmişin indirdiği gölgelerin devleşip ruhumun üzerine devrildiği tavana dikmiş şekilde uzanırken, kafamın içindeki tüm planlar büyük bir yıkıma uğramıştı.

Gözlerimi sıkıca yumduğumda, şakaklarıma saplanan acı o kadar kuvvetliydi ki, ruhumu iplik ile bedenime diktiğini düşündüğüm ucu yanık iğne doğrudan zihnime saplanıp, anılarımı kana bulamıştı sanki.

Saçlarım, rengiyle tezatlık yakalayan beyaz yastığın kumaşının etrafına tıpkı suyun içine yayılan uzun yosunlar gibi yayılmıştı. Yatağın Efken'e ait olan tarafı boştu; biraz önce yataktan kalkıp, salona geçtiğini biliyordum ama fark etmememi düşünmesi için uyuyor numarası yapmıştım.

Karnıma saplanan binlerce bıçağa tepki vermezken, gözlerime dokunan bir çift uçurum mavisi göz beni alaşağı edebiliyordu.

Yumruklarımı sıkıp, tırnaklarımı avuç içlerime batırdığımda, kaşlarım daha da çatıldı. İçimde yer eden tüm acılara meydan okuduğum bu adamın, aslında benim en büyük acım olduğunu fark edeli uzun zaman olmamıştı.

Çok mutlu sayılmasa da huzurlu ve dingin bir hayatım, bir arada durmayı başaran ama asla bir yumruk olamayan bir ailem vardı. Bağlarımız çok güçlü olmasa da, bir aile olmayı başarabildiğimizi düşünürdüm. Kardeşlerimi büyüten bendim, bir şekilde onlarla bir avucu doldurabileceğimizi düşündüğüm zamanlar olmuştu ama kopukluklar başladığında, nereye düğüm atarsan at, dizili boncuklar bir boşluk bulup yere dökülmeye başlıyordu.

Yine de onları özlüyordum.

Yattığım yerden yavaşça doğrulduğumda, gözlerim pencereye kaydı. Kar yağışı durmuştu ama yine de etraf bembeyazdı; şafak henüz sökmese de gecenin zifiri siyahına gölge gibi düşmüş bir başka rengin varlığını da ayırt edebilmek mümkündü. Salonda yanan ateşin yarattığı çatırtının sesini duyabiliyordum ve ateşin rengi odanın karanlığını bir bıçak gibi yarıyordu.

Üzerimde sanki yün ile değil de Efken'in kokusu ile örülmüş bir kazaktan başka hiçbir şey yoktu. Bu kahverengi kazak ona aitti ve haliyle bana bayağı büyüktü.

Zihnimde önünü kesemediğim görüntülerin en kanlı kesitleri uçuşurken, odadan çıkıp salona yöneldim. Şöminenin önündeki tekli koltukta oturuyor, doğrudan ateşi izliyordu. Ensesi terliydi, siyah ve gür saçları dağınık duruyordu. Beni fark etti ama bana bakmadı. Ona doğru yürürken, ayaklarımın altında sanki ölü karıncalar vardı ve tabanlarım ölü karıncaların cesetlerini derisine giyiniyordu.

Hemen koltuğun kolunun hizasında durduğumda, yan profiline baktım. Kemikli yüzüne düşen ateşin izleri onu ilahi bir yıkım tanrısına çevirmişti. Mavinin hâkimiyetini katiyen kaybetmediği, zehir yeşili ve kayalık grisinin de içinde ada parçaları gibi parçalanmış şekilde dağınık durduğu eşsiz gözlerine düşen ateş yansıması ürkütücü bir güzelliği gözler önüne sermişti.

İÇİNDE BİR SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin