Sabah uyanır uyanmaz, başımda büyük ölçüde bir kasırga vardı. Dün gece geç saate kadar uyumamış, ve ağlamış olmamdan kaynaklanabileceğini düşündüm. Her ne sebepten ise, çekilemez derecedeydi.
Kapalı telefonumu cebime attım ve odamdan çıkıp lavaboya girdim. Yüzümü yıkadım ve kuş yuvası gibi bir şekle giren saçımı at kuyruğu yaptım. Tenim solgun gözüküyordu. Sanırım, uykumu alamamıştım.
Banyodan çıktım ve merdivenleri indim. Aşağıdan kıkırtılar ve konuşmalar geliyordu. Esther ve Michael'ın evde olmaları, beni artık olmamalarından daha çok şaşırtıyordu.
Ayaklarımı yere sürüyerek mutfağa girdim ve yarı açık gözlerimle, "Günaydın, Es. Günaydın, Mikey," diye mırıldandım ruhsuz bir sesle.
Esther salondan, "Kate!" diye seslendi. "Gelsene!"
Buzdolabından büyük bir meyve suyu kutusu alıp açtım ve kafama dikerken, mutfaktan çıkıp salona girdim. Salondaki manzarayı görmemle, ağzımdaki meyve suyunu duvara doğru püskürttüm.
Michael yerde uzanmıştı. Esther ise, onun üzerine çıkmıştı ve Michael ayaklarıyla onun göbeğine bastırarak onu havada tutuyordu. Ah, ve... Tristan da kanepeden onları seyredip kahkaha atıyordu.
"Bu ne sikim?" diye çığlık attım adeta.
Michael gülmeye başladı. "Sanırım, senin yanında bir daha küfür etmemeliyim. Bunun sorumluluğunu ben alıyorum, Es."
Esther kıkırdadı ve uzanıp Michael'ın burnunu öptü. Ardından bana döndü. "Sen de yapmak ister misin? Gerçekten çok eğlenceli."
Yüzümü dehşetle buruşturdum ve başından beri beni izleyen Tristan'a döndüm. Kaşlarımı çatarak, "Onun burada ne işi var?" diye sordum. Sesim şimdiden yüksek çıkmıştı. Tristan'a hâlâ kızgındım.
"Kahvaltıya geldi ama sen bir türlü uyanmayınca - "
"Onu sen mi çağırdın?" diyerek, sözünü kestim. Olanlar umurumda değildi. Bana sormadan onu eve almamalıydı. Dün akşam olanlardan sonra onun yüzünü bir kez daha görmek istediğimden emin değildim. Şimdi koltukta oturup bana bakıyorken, bu, hiç yardımcı olmuyordu.
"Hayır, ben geldim." Tristan konuştu. Kendimi zorlayarak ona döndüm. Göz altları mordu ve gözleri ise kızarıktı. Teni benimki gibi solgundu. Dün gece anlaşılan tek uyumayan ben değildim.
"Ve şimdi gidiyorsun," dedim düz bir sesle. Onunla konuşmak istemiyordum.
"Kate!" diye uyardı Esther.
Derin bir nefes aldım. "Onu eve almadan önce bana danışsaydın keşke!" Bağırıyordum ve yüzümün kızardığından emindim. "Artık onun hayatımda olmasını istemiyorum!"
"Katniss!" Esther Michael'ın kucağından inmişti ve açık gözlerle bana bakıyordu.
"Ne?" Gözlerim dolmuştu. Onu istemiyordum. Duygularımla böyle basit bir şekilde oynayabileceğini sanıyordu. Dün akşamın son olmadığını biliyordum. Bu devam edecekti, eğer onu affedersem. Ve o bilmese de, ben ona âşık olmaya başladığım için, kalbim yükün altında ezilecekti.
Tristan yerinden kalktı ve bir şey söylemeden bana doğru adımladı. "Hayır!" Bir adım geri attım. "Bana yaklaşma. Sen... Sen kötü birisin. Yaklaşma bana."
Bana yaklaşırsa, onu affedebilirdim. Duvarlarımı indirmesine izin vermemeliydim. Bu lanet olasıca hayatımın içine istediği her an sıçamazdı.
Beni dinlemedi ve bileğimi yakalayıp, beni de peşinde sürükleyerek, salondan çıktı. İşte. Ağlamaya başlamıştım bile.
Esther ve Michael tek kelime etmediler. Bu sırada biz salondan çıkmış, yukarı kata çıkmak için merdiveni kullanıyorduk. Bileğimi bir kez olsun bırakmıyordu. Bıraksa kaçacaktım, muhtemelen, o da bunu biliyordu.
Odamın kapısını açtı ve bileğimi bırakıp, geçmem için kenara çekildi. Yüzüne bakmadan, içeriye girdim. İlerleyip yatağıma oturmayı planlıyordum. Fakat, ben daha bir hamle yapamadan, belim elleri tarafından kavranmıştı.
Beni yavaşça duvara yasladıktan sonra, "Lanet olsun," diye fısıldadı. Gözleri gözlerime kenetlenmişti. Ellerimi nereye yerleştireceğimi bilemeyerek, omuzlarına koydum.
Sessizce ağlamaya devam ediyordum. Acınız tazeyken hıçkırırak ağlardınız, benim dün gece yaptığım gibi. Fakat, acı kuruduğunda, yerini bir kabuğa bıraktığında, sadece sessizce yaşların yanaklarınızdan süzülmesine izin verirsiniz.
İki baş parmağı yanaklarımı buldu. Yaşları sildi ama çabucak yenileri ortaya çıktı. "Lütfen," diye fısıldadı. "Ağlama. Ağlama, Katniss."
Küçük bir hıçkırık boğazımdan yükseldi. "Nasıl?" diye sordum. "Beni nasıl hissettirdiğinden haberin var mı? Nasıl ağlamamamı beklersin?"
Dudaklarını ıslattı ve alnını benimkine yasladı. "Özür dilerim." Gözlerini yumdu. "Ne yapacağımı bilememiş haldeydim. Marley içeri girdi ve benim tek düşünebildiğim, bizi öğrenmemesi gerektiğiydi." Derin bir nefes aldı. "Korktum, Kate. Eğer bizi öğrenseydi ve bunu tüm okula yaysaydı, benden ayrılacağından korktum."
Ve şimdiden, tüm duvarlarım yıkılmıştı. Hayır diyebilecek iradeye sahip değildim. İşte olan buydu. Bir dokunuşuyla, tek bir sözüyle bu hale geliyordum.
Ellerimi omuzundan yukarı tırmandırıp, boynuna doladım. Alnımı boyun çukuruna yasladım ve tişörtündeki yumuşak kokuyu içime çektim. Ne kadar kendime itiraf edip boş umutlara kapılmak istemesem de, Tristan'ın benim yanımdayken kötü çocuk karakterini bir kenara ittiği bariz bir gerçekti. Keşke hep böyle olsaydı.
"Affet beni." Ellerini kalçamın iki yanına koydu ve beni tek hamlede kucağına aldı. Bacaklarımı tereddüt etmeden beline doladım. Geri geri gidip yatağın ucuna oturdu.
"Seni affediyorum," diye mırıldandım. Bir yavru kedi gibi boynuna gömülmüştüm.
"Sen..." Tristan derin bir nefes aldı. "Bana gitmeyeceğine dair söz verir misin? En azından, okul kapanıp anlaşmamız bitene dek."
Kalbim ritim değiştirdi. "Yani iki hafta sonra mı diyorsun?" Yutkundum. "İki hafta sonra bitecek mi?"
Başımı kaldırdım ve yüzündeki ifadeyi ölçmek için gözlerine baktım. Fakat, sadece boş bir ifadeyle bakıyordu. "Evet," dedi. "Sadece iki hafta kaldı."
Hayal kırıklığı görünüre girdi. Yüzüme bir tokat gibi çarpan bir gerçekti bu. Bitiyordu işte. Gitmeme izin verecek, ben de gidecektim. Onu okul boyunca iyi hissetirmekti görevim ve okul bitiyordu. Onu artık başkaları iyi hissettirecekti.
"Benden sonra Marley'nin sana dokunmasına izin vermeyeceğine söz verirsen, ben de gitmeyeceğime dair söz veririm." Elimi küçük sarı sakallardan oluşan yanağına koydum.
Yanağını elime yasladı. "Söz veriyorum," dedi. "Senden sonra başka hiçkimsenin bana dokunmasına izin vermeyeceğim."
"Hiçkimse mi?" diye sordum, inanamayarak.
"Hiçkimse." Gülümsedi.
Uzanıp burnunun ucunu öptüm. "O halde, ben de söz veriyorum," dedim, tatlı tatlı gülümseyerek. Sadece bu son anlarımızın tadını çıkarmak istiyordum. "İki hafta boyunca her gün seninle olacağım."
Uzandı ve benim gibi, burnumun ucunu öptü. "Bu akşam seni ailemle tanıştırabilir miyim, güzellik?"
Düşünür gibi bir ifade takındım. "Eh, şey bir Ashton'a sormam - "
"Kate!" Yüzü aniden kasılmıştı.
Yanağımın içini ısırarak, "Üzgünüm, üzgünüm," diye mırıldandım. "Biraz eğlenmeye çalışıyordum."
Saçını kaşıdı ve sonra sırtını yatağa yasladı. Yüzüm onunkine havadan bakıyordu şimdi. Kucağında olmaksa utanç vericiydi.
"Eğlen, güzelim. Hatta asla üzülme, sürekli eğlen. Bu konuda hiç şikâyet etmem, inan bana." Üzerinde rahat oturmamı sağladı. "Ama o veya bir başka erkeği bu işin içine sokma. Ne kadar dayanılmaz olduğunu bilmiyorsun."
Uzanıp çenesine minik bir öpücük bıraktım ve o beni sarmalarken, göğsüne kıvrıldım.
"Biliyorum," diye fısıldadım. "İnan bana, biliyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bad Bed Friends // Evans
FanfictionKate, Evansların sahip olduğu lisedeki en sıradan kızdı. Tristan onu bulduğunda, artık hayatında sıradan olan hiçbir şey olmadığını fark etmesi uzun sürmeyecekti.