Rengi, kül rengiydi. Ölümün kollarına atılan bir kurban ne kadar çeresiz olabilirdi ki? Ölümün soğuk nefesini ensende hissettiğinde ve korku ile ürperdiğinde, ne olduğu bilinmez bir his kaplardı tâ derinliklere doğru. Hayır, ölüm şimdi ve burada gelemezdi. Kalbim dünyaya bu kadar bağlıyken bunu yapamazdım, daha doğrusu isteyemezdim.
Yolun sonu gözüküyordu ve bu sonda koca bir uçurum vardı. Sonsuz dehlizlere açılan, kül rengi kabuslara kapı açan bir uçurumdu. Sert kayaları olan, üzerinde kartalların dahi uçmaya cesaret edemediği derin bir uçurumdu. Ölümün kollarından kurtulmak adına, ben oradan sonsuzluğuma atlamamak için tereddüt etmezdim.
Yolun sonuydu ve bunu gayet iyi biliyordum, başka bir kaçış yolu yoktu, beni kendisine çeken katilim, avcım, İsmi her neyse kararlıca geliyordu. Ben koşuyordum, koşmak yetmezse uçmaya dahi hazırdım. Ayağıma takılan taş yüzünden tökezledim, düşüyordum veya düşcek gibi oldum ama güçlü benliğim buna izin vermedi. Bu kadar küçük bir şeyle yıkılamazdım, buna asla izin vermezdim.
Yıllarca acıyla yoğrulmuş benliğim tüm acılara ve sıkıntılara katlanır zannetmiştim. Ne kadar yanıldığımı şimdi gayet iyi farkediyordum. Külün toz zerreleri saçlarıma yapışıyordu, yüzüme çarpıyor ve burnumdan her nefes alışta içime süzülüyordu. Kaçış yoktu, kurtulamıyordum ve ölecektim.
Ama hayır, ben güçlüydüm ve en içten gelen bir haykırışın gücü gibi yerimde durdum. Ben kesinlikle yılmayacaktım. Ölümün kucağına atlamayacaktım ve ben uzun bir hayat yaşayacaktım. İyi veya kötü...
Derinlere çekiliyor gibiydim, bu seferki güce karşı koyamıyordum, beni aşan bir kuvvetti bu. Kalbim acıyordu, evet. Huzurlu bir hayat sürmek benim elimdeyken tüm kurallara ters giden ben dik başlılığımla yine her şeyi mahfetmiştim. Elimde fırsat varken kaçabilirdim ama ne yapmıştım? İnatla tehlikeye atılmıştım ve şimdi ölüyordum. Elim ve kolum bağlı bir şekilde ölümümü bekliyordum. Hayır diye haykıracak oldum, ağzımdaki bez parçası çığlığımı emip sessiz bir çığlık olarak salı verdi.
Neredeydim ve ne olacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu. Tüm bildiklerim bulanık bir sahneden başka bir şey değildi. Mozaiklenmiş bir film sahnesi kadar belirsizdi.
Midem bulanıyordu ve başım acayip bir şekilde ağrıyordu. Öğürmeye başladım, bu arada yeni yeni netleşmeye başlayan gözlerim eski bir yerde olduğumu kanıtlıyordu. Küf kokusundan bunu gayet net bir şekilde teyit edebiliyordum.
Tekrar öğürdüm.
Hayır, bu şartlar altında olmazdı, ailem benden bi haber ne yapıyordu acaba?
Kendisiyle sürekli atıştığım abim eminim ki odasında, rahat yatağında dünyadan bi haber yatıyordu. İnadına bu kadar saçmalığı yaptığım ailem umursamazca koltuklarında oturmuş, ingiliz kraliyet ailesi gibi fincanlarındaki sütlü çayı serçe parmaklarını kaldırarak içiyorlardı.
Tekrar öğürdüm.
Hayır, kusamazdım. Ağzımda bu bez parçası varken kusamazdım. Boğulurdum, kendi kusmuğumda boğulmaya da hiç niyetim yoktu.
Bir çığlık atmayı denedim lakin başaramadım, boğazım düğüm düğümdü, çığlığım bağazıma takılı kaldı. Dilimi ısırmaya çalıstım, sert bir ısırık olursa kanardı.
Kan ağzıma o pas tadını vererek mideme doğru kayıyordu. Kan mide tutmasına iyi geliyordu. Bu bilgiyi bilmem iyi olmuştu, kim bilir belki hayatımı kurtarmış olabilirdi.
Boş bir karanlıktaydım, belirsiz ve küf kokulu bir karanlık...
Gözlerim alışıyordu karanlığa, boş bir oda da ahşap bir sütuna bağlanmıştım. Bileklerim gittikçe hissizleşiyordu, böyle giderse kangren olma olasılığım oldukça yüksekti.
Uçurum, karanlık ve boş dehlizler...
Tüm bunlar rüyamıydı? Özgürlüğe kanat çırparken ben neden uyanmıştım ki? Veya ilacın etkisi geçiyordu yavaş yavaş, bu kesinlikle sarhoşluk değildi. Şimdi sakin olmam lazımdı, bana ne olduğunu ve nerede olduğumu düşünmem lazımdı.
Olmuyordu, hızla nefes alıp vermeye başladım. Burnumdan aldığım nefes yetmiyordu ve biraz sonra nefessizlikten öleceğimi sanacaktım.
Bir çığlık dürtüsü daha doluştu içime, sinir beni oldukça geriyordu. Burayı ve tüm dünyayı yakasım vardı, serbest bıraksalar ellerimle parçalardım beni bu hale sokanları.
Ama aciz bir şekilde ve bu karanlık yerde bağlıydım.
Hayır!
Buraya nereden gelmiştim? Lanet olsun, hafızama ne olmuştu?
Saçlarım yüzüme düşmüştü ve oldukça terlemiştim. Keskin ter kokusu burnuma doluşuyordu ve oldukça rahatsız edici bir durumdu.
Hayır!
Her çığlık atmak istediğimde ve atamadığımda sinirlerim bir kat daha geriliyordu. Öfkeden alev alabilirdim.
Kalbim hızla atıyordu, nefes nefese kalmıştım. Her çırpınışımda bileğim bir kat daha ağrıyordu, galiba ipler bileğimi kesmiş, çoktan kanatmıştı.
İmdat!
Yardım eden yoktu, hoş sesimi dahi duyuramıyordum ya.
Ama bunu bir şekilde yapmalıydım, bu korkunç yerde sonsuza dek kalamazdım.
Karanlığın en koyu tonu sarmalamıştı bedenimi, hissizdim ve duygusuz.
Üşüyormuydum? Hayır. Hiçbir şeyi algılayacak durumda değildim.
Araf gibi bir yerdi burası, varlık ile yokluk arası bir yer...
İhanetin en uç noktası selamlamıştı beni, acı ve kan.
Yüzüm acıyordu, hayır, acıyan kalbimdi. Evet, ruhum parçalara ayrılmıştı.
Gözlerim yaşlarla doluştu, bir karartı gibi geçiyordu hayatım gözlerimin önünden.
Hayır!
Bu, şu halde sonlanamazdı, karartıyı savuşturma isteğiyle doluştum, ellerimi kullanamıyordum.
Ben ölmüyordum ki, ölen kişilerin son anında hayatları film şeridi geçerdi gözleri önünden.'BEN ÖLMEYECEKTİM'
Ölmüyordum, bunu zihnim teyid ettirmişti bana tüm varlığıyla.
Yaralımıydım? Hayır, yüzüm dışında ağrıyan bir yanım yoktu. Var mıydı?
Kaburgalarım, bacağım?
Hissizleşmiştim ya, algılayamıyordum. Ölümün soğuk korkusu beni bu hale getirmişti veya sadece meçhul olan bu yere nasıl geldim sorusu beni o kadar meşkul etmişti ki, geride kalan her şeyi önemsiz kılmıştım.
Gözlerim doldu.
Hayır! Bunu her kim yaptıysa onun için akıtmayacaktım göz yaşlarımı.
Dik ve güçlü olacaktım. Ah birde gelin bunu iflah olmaz ikinci yarıma anlatın. Daima korkan ve temkinli davranan yanım...
Ağlamak istiyordum, hemde hıçkıra hıçkıra...
Salak kafam, neden bunu yapmıştım ki? Neden ailemi sinirlendirmek için elimden gelen her şeyi yapıyordum?
Aptaldım.
Bu sefer gülme isteği doluştu içime, kahkaha atmak istiyordum.
Dengesizin tekiydim.
Gözlerim yanıyordu, kendimi tuttukça bu hep olurdu.
Haykırmak istiyordu, yardım çağırmak...
Tanrım ben neredeydim böyle?
Kahrolsun, kahrolsun, kahrolsun.
Yeter!
Ne olacaksa olsun artık, benim bekleyecek sabrım kalmamıştı, öleceksem hemen şimdi ölmek istiyordum. Korku ve stres katlanılamayacak kadar fazlaydı. Ama hayır, ölmeyecektim. Sonuna kadar direnecektim, ben güclüydüm, evet kesinlikle güçlüydüm.
Gözlerim karardı, kül rengi hayallerim bir bir yıkılıyordu üzerime. Küller başımdan aşağı doğru yağıyordu.
Bu sefer gerçekten bir uçurum kenarındaydım, ölümün soğuk kolları aşağıda beni bekliyor olacaktı. Gözlerim sonuna kadar açıldı, bu kadar kolay değildi.
Küller hālā yağıyordu gece karası saçlarıma. Umutlarımı örtercesine seriydi, bir volkanın alevlerini püskürtmeden önceki koyu ve yoğun küllerdi bunlar.
Karşıdaki kapı yavaşça gıcırdayarak açıldı, cılız bir ışık belirir gibi oldu ve kapının kapanmasıyla yok olup gitti. Hayallerim gibi sönmüştü o da.
Ayak sesleri. Ağır ve kulak tırmalayıcıydı.
Bir fener yandı, gözüme gözüme vuruyordu bilerek. Feneri tutan o elleri kırasım vardı.
Göremiyordum, kafamı yana yatırdım ve gözlerimi kırpıştırdım.
Bir katilin ayak sesleri, oldukça davetkâr ve cüretkârdı. Fenerin ışıkları hâlâ gözlerimin üzerindeydi. Duyduğum sadece boğuk bir sesti.
Sonra belirginleşti ve sesler birer manaya dönüştü.
Elinden kalınca bir ip sarktı, işte bunu kesinlikle görmüştüm ve gözüme oldukça korkutucu gelmişti.
İrice açılan gözlerim sarkan ipe bakıyordu, bu ucuz alet ölüm aracım olamazdı değilmi?
Hayır!
Olduğum yerde debinmeye başladım, hareket ettikçe etime geçen ip bileğimi yakıyordu. Ayak ucumdan yükselip tüm bedenime yaylan adrenalin burayı yerlebir edecek güçteydi lakin ben kendimde o gücü bulamıyordum. Kurbanlık koyun gibi kaderime razı edilmiştim.
"Şimdi tüm acıların sona erecek."
Tok ve oldukça erkeksi bir sesti. Bu durumda olmasam etkileyici olduğuna dahi kanaat getirebilirdim.
Üşümeye başlamıştım, evet bu hissi oldukça net anlayabiliyordum.
Korkudanmı, soğuktanmı belirsizdi üşümemin kaynağı.
İpin soğukluğu boğazıma çarptığında korkuyla debelenmeye başladım. Eli kolu bağlı bir hayvan gibiydim. Çaresiz.
"Şşş, sakin ol. Birazdan her şey son bulacak."
Son söyledikleri alayvariydi, bu üslubu sinirlerimin tepeme yükselmesine neden olmuştu. Nasıl, nasıl bu kadar rahat olabiliyordu?
İpin yavaşça gerildiğini sezdim, kıpırdanmaya çalıştım lakin manasızdı bunu yapmam, sadece acı çekecektim.ÖLÜYORDUM!
Nefes nefese kalmıştım, ip gittikçe sıkıyordu. Düzensiz bir şekilde çırpınıyordum evet lanet olsun ölüyordum. Gözlerim yaşarmıştı, nefesim kesiliyordu.
Hayatım karardı, Kül rengi hayallerim bir bir yıkılmaya başladı. Ben artık bir hiçtim ve bir hiçin dünyada yeri yoktu. Büyük ve soğuk bir bir boşluk, karanlık. Galiba ÖLMÜŞTÜM.
Ruhumun çekilinceki acısı hâlâ bir çığlık gibi boş odanın duvarlarında yankılanıyordu.
Ve uçurumdan atladım, ölümün vaad ettiği kül rengi hayallere ulaşma adına.__________
《~Cts, 4 Şubat 2017~》
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLLER
Mistério / SuspenseGizem/Gerilim #3 Bir masal anlatıldı. Acı dolu, hüzün kokan bir havayla. Acı çeken güzel bir kızın gölgeli hayatıydı baştan sona olanlar... Bu masalda mutluluk yoktu. Bir vardı lâkin sonrası yoktu. Olmayacaktı. Kız bir hiç olarak kalacaktı. Sonra...