ON DOKUZ

2.8K 374 21
                                    

Gözlerin derinlikleri her zaman hayattan bir kırıntı taşırdı aslında. O gözlere iyice baktığınızda acılarını ve seviçlerini görebilirdiniz tüm çıplaklığıyla.
Gecenin koyu bir vaktinde, biz ormandaydık. Evet, ben ölümüme zorla götürülüyordum ve bu benim açımdan iyi bir şey olmasa gerekti.
Ölümler ve acılar her yanımı bir kabuk gibi kaplamıştı. Kan bu hikàyede oldukça fazlaydı.
Kim katiline sığına bilirdi ki? Ama ben o gece Çağlananın gizemli kollarına sarılmıştım.

İki çift hırlayan göz biraz ileri atılıp görüş alanımıza girmişlerdi. Bunlar iki koca kurttan başka bir şey değildi.  Biri kocaman ve gri renkliydi, diğer ondan biraz küçük ve siyah tüyleri vardı. Gözleri alev alev yanıyordu. Korkunç bir kâbusun vücut bulmuş hâli gibiydi. Öne sürdükleri ve biz tehlikeyiz diyerek bizi tehdit etmeye çalıştıkları küçük bir hançer boyutundaki dişleri karanlıkta gözleri kadar parıldıyordu.
Egemen korkuyla ardına dönüp kurtlara baktı. Beline uzanıp silahını çıkaramadan kurtlar üzerine atıldılar. Egemen yerde dişleniyor, pençelerin odağı oluyordu. Elleriyle bir kurdu engellemeye çalışsa da diğer kurt rahat durmuyordu. Yerde çılgınlar gibi bağırıyordu.
Öldürecekler!
Tiz bir çığlık atarak Çağlayanın kollarına yapıştım. Aslında normal bir zamanda bunu yapmazdım lakin olayın ürkütücülüğü karşısında sığınacak tek liman olarak Çağlayanı görmüştüm. Kafasını eğmiş şaşkın bir şekilde bana bakıyordu.
Tamam, o da bu hamlemi beklemiyordu lakin reflekslerime söz geçiremiyordum sonuçta.
"Bir şeyler yap," dedim hızlıca soluyarak. "Onu parçalayacaklar."
Bu zamana kadar tepkisiz kalmaya çalışan Çağlayan yardım isteyen Egemene taraf birkaç adım attı.
"Sen burada bekle," dedi bana dönerek. Silahını çekip soğuk kanlılıkla nişan aldı. Silah sağır edici bir şekilde patlarken bir kurdun acı dolu inlemeleri aynı anda yankılandı. Koca gri kurt ön bacağından yaralanmıştı. Siyah kurt Egemenle uğraşmayı kesip hırlayarak Çağlayana bakıyordu. İkinci patlamada ilk kaçan gri kurt olmuştu. Ardından siyah kurt onu takip ederek karanlığa karışmıştı bile.
Büzüştüğüm yerden kalkıp Egemene doğru yavaşça yürümeye başladım. Elbiseleri paramparça olmuş ve kana bulanmıştı. Kıvranıp duruyordu. Koca bir kan gölünün ortasında çırpınan bir balığı andırıyordu bu görüntüsü.
Yüzü ve kolları çizikler içerisindeydi. Kesik kesik soluyor, acıyla inliyordu. Bu görüntü içimin dengesizce titremesine, midemin kasılmasına neden olmuştu.
Çağlayana baktım. İfadesiz bir şekilde Egemenin çırpınan bedenine bakıyordu. Hatta bir yerlerde ona acıdığına emindim.
Aslında buna sevinmem gerekiyordu, o tüm bunları sonuna kadar hak etmişti. Yüzümü buruşturup kan gölüne baktım. Ne kadar da acınası bir ölümdü. Çırpınarak ve can çekişerek ölmek. Nehire ve Polis memuruna yaşattıklarının ve bundan önce de işlediği cinayetlerin bedelini ödüyordu. Her ne kadar da bu bedel onları geri getirmese de katilleri vahşice dürülmüştü. Belki bu haber dahi ailelerinin içine su serperdi. Sonuçta kimse kızının veya oğlunun katilinin elini,
kolunu sallayarak gezip dolaşmasını istemezdi. Korkutucu olan her şey bitmişti. Egemen son nefesini böylelikle vermişti. Gözlerimiz önümde ve vahşice. Cansız bedenini saklama gereği duymadık, onu orada bırakıp yürümeye başladık. Belki az önce korkuttuğumuz kurtlar geri dönüp onu parçalara ayıracaktı. Aslında acıdığım kurtlar olacaktı. Midelerini bozuk ve zehirli etlerle dolduracaklardı ve bu onların hastalanmasına neden olacaktı.
"Onu öylece bırakmamız doğrumu?" dedim boğuk bir sesle. Birkaç saniye önce tekrardan konuşabileceğime bile şüpheyle bakıyordum.
"O bundan fazlasını hak etti. Ölmesi iyi oldu," dedi soğuk bir şekilde.
"Bize engel oluyordu. Kurtlar öldürmeseydi ben öldürecektim."
Onun sert yüz ifadesine baktım.
"Daha önce bir kişiyi vurdun mu?" Aslında bu oldukça cesur bir soruydu. Onun daha nasıl bir kişi olduğunu çözemiyordum ve bu onun daha neler yapacağını belirsiz kılıyordu.
Kafasını çevirip yüzüme baktı. Durmuştu ve durdum. En az on beş santim benden uzundu. Bileklerimi sıkıca kavrayıp beni hızla kendisine doğru çekti. Rüyamın hayat bulmuş şekliydi. Gerçek olamayacak kadar güzel ve büyüleyici. Bedenlerimizin ısısı birbirine karışıyordu. Bu karnımda ilginç bir karıncalanmanın oluşmasına neden olmuştu. Kalbimden söz etmek istemiyordum. O farklı bir alemde ve oldukça hızlı bir ritimde atıyordu.
Eğilip yavaşça kulağıma konuştu.
"Bunu gerçekten öğrenmek ister misin?"
Ürpermiştim. Aslında öğrenmek istiyordum ama cevaplayacak gücü bedenimde bulamıyordum. Onun bileklerimi sıkıca kavrayan güçlü kolları olmasa çöplerden yapılma bacaklarım üzerine yığılıp kalacaktım.
"Ben onlar gibi değilim," dedi usulca. "Sana bir şeyler yapmaya karar verdiğimde en kötü yolları seçerim. Egemen gibi direkt çözümle yetinmem."
Bedenimin her hücresinin  stresle kasıldığını hissediyordum. Beni kişisel fantezilerine alet etmezdi değil mi? Onların gözü dönmüş bir katil çetesi olduğunu biliyordum lakin her türlü çılgınlığı yapacaklarını pek düşünmüyordum. Belki öldürülmeden önce tecavüze uğrardım. Ardından acı çektirilerek kesilir bir bavula tıkıştırılırdım. Sonum bir çöp konteynerında keşfedilmeyi beklemek olurdu. Aslında birçok yol vardı. Ama hepsi sonuçta aynı yola çıkıyordu. Ölüm kaçınılmaz bir sondu. Çağlayanın şeytanice kıvrılmış dolgun dudaklarına baktım hayretle. İnsanlık bu kadar uç noktalara gelmiş midir? diye düşünemeden edemiyordum.
Sertçe kavradığı bileklerimi bıraktı. Ah, sonunda bileklerimden ellerime kan akabiliyordu.
"Sen ciddi misin?" diye sordum. Bunu bekleyeceğim kişi değildi Çağlayan. Onun farklı, onlardan farklı olduğunu düşünmüştüm. Ne yazık ki fantezilerinin farklı olduğunu düşünememiştim.
"Bunu zaman gösterecek, Melek." dedi tüyler ürpertecek bir şekilde. Birkaç saniye durup Deadangel görünümlü adama baktım. Sanırım şaka yapmıyordu, bunu zaman gösterecekti.

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin