ON ALTI

3K 495 32
                                    

Bulanıklaşan zihnim hayatıma ait en küçük kırıntıyı emip ifadesiz kılıyordu. Uzun bir zaman dilimini yutmuş gibi boş ama koca bir yük sırtımdan kalkmış gibi hafiftim. Zihnim eskisi gibi çalışmıyordu artık; ilk olarak üzülmeyi ve ağlamayı yasaklamıştı kendisine. Hâlâ eskisi gibi şüpheciydi lakin uçarı fikirler üretmek yerine daha gerçekçi olanları tercih etmişti. Sanırım gerçek hayat onun bu şekilde evrimleşmesine katkıda bulunmuştu. Fantastik öğeleri zihnin dışında tutarsan gerçekler oldukça azdı aslında ama onlar iyi fikirler ve yeni kaçış planları üretmek için şimdilik bana yeterdi. İlk fırsatta ellerinden kaçıp kurtulmalıydım, sonra ayaklarım yerinden çıkana kadar koşacaktım. Özgürlüğüm adına ayaklarımı feda edebilecek durumdaydım.
Amaçsızca saatlerdir yürüyorduk. Güneş biraz daha batıya kaymıştı. Gök yüzünü kaplayan bulutlar yoğunlaşarak birazdan felaket olacağız bilgisini veriyordu. Sanırım yağmurun yağması olası bir durumdu. Tek kelime etmeden ilerlemiştik. Rahatsız edici bir sessizlikle yürüyorduk. İlginçtir ama Egemen bu süre zarfında ne şikayet etmişti, ne de küfredip ıkınmıştı.
Off layarak kafamı eğip ayaklarıma odaklandım, iğrenç bir gün geçirdiğim kesindi. Hatta hayatımda çıktığım en berbat tatildi. Koca bir film setinde gibi hissediyordum. Bizi yönlendiren yönetmenler, kameralar ve ışıklar. Ben kaçırılan cırtlak kız rolünde, diğer ikisi de beni öldürüp kaçacak gözleri dönmüş katiller. Bu bir film setinde olsaydı sanırım hiç etkilenmezdim ama şuan gerçeğim tam ortasındaydım. Kaçırılıyordum ve öldürülecektim. Midemin düğüm düğüm olduğunu hissettim. Bayat konserveler dahi bu etkiyi oluşturmuyordu. Ormanda harika bir doğa yürüyüşü, katillerimle dolaşmak heyecan vericiydi. Bunu sürekli yapmalıydım. Galiba çıldırıyordum. Kötü günler geçiriyordum ama beni bu kadar etkileyeceğini bilemezdim. Biraz sonra yağmur usul usul yağmaya başladığında her şeyin giderek boktan bir hâle dönüştüğü ortadaydı. Her şeye yüksek bir küfür savurup avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Bu koşullar altında yağmur yağma malıydı, yoksa sınanıyor muydum? Tanrım, pek sabırlı değildim ve sabrımın sınırlarına ulaşmıştım. Sakin olmalıyım, yağmurun kime zararı olur ki?
Yağmurdu işte, ıslak ve soğuk. Sadece bu...
Kapüşonumu başıma örtüp yürüyüşlerine ayak uydurmaya çalıştım. Gerçekten çok yavaş ilerliyorduk.
"Bu gün Yetkin ile konuştun mu?"
Egemenin sesi oldukça kötüydü. Bacağını neredeyse hiç kullanamıyordu.
"Bu gün konuşmadım, aynı yerinde bizi bekliyor olmalı," diye cevapladı Çağlayan.
"Daha ne kadar dayanırım, bilmem." dedi Egemen ıkınmaları arasında. Yüzü acıyla kırış kırış olmuştu.
"Az kaldı, biraz daha dayanmalısın" dedi Çağlayan.
Ne kadar kolaydı değil mi? Arabaya ulaştıktan sonra kuytu bir yere götürülecek, on yerimden bıçaklandıktan sonra kurbanlık koyun gibi boğazlanacaktım. Belki Egemen çırpınan bedenimin önünde şeytanice duracak, kanlanmış yüzüme tükürüp debelenen bedenime bir tekme savuracaktı. Tüm bu düşünceler dahi mideme krampların girmesine sebep olmuştu.
Polislerin çoktan peşimizde olması gerekmiyor muydu? Şimdi tüm Bursa polis teşkilatının beni bulmak için seferber olduğunu görür gibiydim. Damlanın boş duracağını tahmin etmiyordum, o ben kurtulana kadar çabalayacaktı. Umarım çok geç olmadan bir yolunu bulup kaçardım.

Yağmur altında birkaç saat yürümüştük ki siren seslerini duyduk. Oldukça yakından geliyordu sesler. Gözlerim ümitle ışıldamaya başladı. Çağlayan kaşlarını çatıp etrafa bakınmaya başladı.
"Polisler," dedi katı bir ses tonuyla.
"Peşimize düşmüş olmalılar."
Egemeni alıp ağaçlar arasına doğru yürümeye başladı.
"Bizi takip et, kaçacak olursan vururum," dedi sert bir şekilde.
Çaresizce ve umutla Çağlayanı takip etmeye başladım. Belki kaçıp kurtulabilirdim. Sonuçta tek kurşunla ölmezdim ya. Polisler beni zamanında hastaneye yetiştirir, böylece kurtulurdum.
Kurtulur muydum? Kafama gelen tek kurşun beni bu hayattan soyutlayabilirdi. Ya tam zamanında hastaneye ulaştırılamaz sam?
Sanırım bu kadar büyük bir riski göze alamazdım. Korkuyordum, ölmekten...
Koca bir kuşburnu çalılığının ardına saklandık. Egemen sessizce yere çöküp hızlıca nefes almaya başladı.
"Bunlar da nereden çıktı böyle?" diye sordu kendi kendisine.
"Damla onlara kulübeden bahsetmiş olmalı," dedi Çağlayan.
"Yetkine ona kulübeyi görtermemesi gerektiğini söylemiştim. Ama o piç kurusu her zaman bildiğini okuyor, kendisini patron zannediyor," dedi sinirle Egemen.
"Oraya ulaştığımızda inan en iyisinden bir yumruk indireceğim, tam burnuna."
Siren sesleri giderek yaklaşmaya başlamıştı. Birkaç saniye sonra bir polis arabası gelip patika yokunda, bize oldukça yakın bir alanda durdu. Çağlayan ve Egemen korkuyla birbirlerine baktı.
"Kızı tut," dedi Egemen sert ve sessiz bir şekilde. "Silahı da bana ver."
Çağlayan belindeki silahı çıkarıp Egemenin kucağına attı. Ardından yavaşça yanıma gelip beni kendisine doğru çekti. Ona direniyordum, belki şimdi çıkıp bağırmalıydım. Ayağa kalkıp bağıracağım sırada güçlü bir el beni yere çekip diğer eliyle ağzımı kapattı. Çığlığım hayat bulmamış, Çağlayanın elleri arasında ölmüştü. Kaşlarımı çatıp gergin suratına baktım.
"Hareket edersen burada boğazını keserim," dedi kulağıma fısıldayarak. Nefesinin sıcaklığı kulağımı gıdıklayıp geçmişti. Yağmur bardaktan boşalırcasına üzerimize bir azap gibi yağıyordu. Beni kendisine daha da yaklaştırdı. Bu mesafeden onun kalbinin hızlı ritmini duyabiliyordum. Birbirine temas eden bedenlerimizden biraz sonra alevler fışkıracağından korkuyordum. Oldukça sıcaktı. Bu yağan yağmurun soğuğuna karşı oldukça tezat bir his oluşturuyordu, bir yanım üşüyor, diğer yanım yanıyordu. Dudaklarına düşen birkaç yağmur damlasını yaladı. Şimdi gözlerini gözlerime dikmişti. Telaşlı yüzü bir ayrı güzel gözüküyordu, ona bakmaya doyamıyordum.
Açılan ve ardından kapanan kapı sesleriyle irkilerek gerçek dünyaya geçiş yapmıştım. Şimdi içimden beni bulmaları için bildiğim tüm duaları ve yalvarmaları ediyordum.
"İzler buradan sonra son buluyor," dedi biri.
"Üç kişi oldukları açık, iki kişi oldukça yakın yürümüş, sanırım aradığımız kişiler buradan geçmiş," dedi diğer bir ses.
Debelenmeye başladım, Çağlayana sert bir şekilde tekme attım belki bir anlığına boş bulunup beni bırakır diye ama tüm uğraşlarım boşunaydı. Çağlayan tüm bunlardan hiç etkilenmiyor gibiydi.
"Acaba yağmur sonraki izleri kapatmış olmasın?" dedi ses.
"Sanmam, bu yağmurda izler kolay kolay silinmez, hem silinse bile illaki birkaç yerde bozulmamış birkaç tane bulurduk," dedi diğer ses. Oldukça doğru bir tahmin, kurtulacağım dan oldukça ümitliydim nedense.
"Peki şimdi ne olmuş olmalı? Kuş olup uçmadılar ya."
"Hayır, kuş olmadılar. Siren sesini duyduktan sonra patika yolundan ayrılıp ormana daldılar. Kuru yapraklardaki çamur izine baksa."
Bu kişi her kimse oldukça iyi bir gözlemciydi, doğru yoldasın adamım. İçten içe seviniyordum, bir kaç metre gelse bizi çalılığın ardında saklanmış olarak bulabilirdi.
"Sen her ihtimale karşı yolu takip et, ben onları ormanda aramaya çıkacağım, bir şey bulamadığımda beni alman için sana haber veririm," dedi aynı ses.
"Tamamdır, kendine iyi bak Gökhan," dedi diğer ses. Ve araba kapısı açıldığı gibi birkaç saniye sonra kapandı. Polis aracının motoru ve sireni çalıştı, ardından araba ilerleyip gitti.
Çağlayan diğer elini kaldırıp dudaklarına götürdü ve sessiz bir şekilde Şşşt işareti yaptı. Ağzım bu halde kapalıyken acaba nasıl konuşabilirdim. Elleri oldukça güçlü bir şekilde ağzımı kapatmıştı.
"Buraya doğru geliyor," dedi Egemen fısıldayarak. Sanırım çalılıktaki bir aralıktan polisi gözetliyordu.
"Oldukça sessiz olun, silahını çekti."
Şimdi Çağlayanın ellerinden kurtulup o polise doğru koşmayı nasılda isterdim. Lakin beni oldukça sıkı bir şekilde tutan kolların sahibine acı işlemiyor gibiydi. Az önce en sertinden bir tekmeyi kaval kemiğine indirdiğimde elleri gevşer gibi olmuştu ama bırakacak gibi değildi. Her bağırmaya yeltendiğimde boğuk bir homurtu çıkarıyordum. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım Çağlayan beni bırakmayacaktı.

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin