YİRMİ İKİ

1.9K 273 8
                                    

Cehennemin külleri olmazdı. Ben savrulurken cehennemi topraklarda masum bir kül tanesi olarak, bu çorak topraklar hor görmüştü varlığımı.
Bir yabancı gibiydim dünyama, hayallerim karanlıktan ibaret, ben ise küllerden...
Kavrulup savrulan benliğim zerrelere bölünerek dağıldı cehennemi topraklara. Oysa cehennemin külleri olmazdı, kendisine savrulup gelenleri yok edip hiçliğe sürüklerdi.

Masumiyet yetmezdi yaban ellerde, hırçın ve korkusuz olmak lazımdı.
Kırılgan kırılırdı binlerce parçaya bölünerek.
Tek arkadaşın kâbuslar olurdu yolun sonunda, sen, derece derece yükselmiş bir kül tanesi olurdun bu kâbusların orta yerinde.
Karanlık bizim işimiz değildir, onu bilenler yaşar. Biz sadece o karanlığa sığınmış zerrelerdik.
Acının beslendiği karanlıkta günden güne erirdin, cehennemin karanlık alevleri dahi bunu beceremezdi oysa. Acı alev gibi yakardı, fiziki değil, ruhen ıstırap verirdi.
Hayat bir zerreden ibaret olurdu sana. Dünyan o küçük, kırılgan ve savruk kül tanesi olurdu. Sonsuz bir boşlukta savrulurken, sen sadece izlerdin olacakları.

Dalgalı bir gecenin koyuluğunda, savrulurdu saçların âsice. Cehennem Cennete karıştığında, dünyan yerle bir olduğunda ve savrulan kül tanesi parçalandığında sen sadece bir hiç olarak kalırdın ebediyette.
Ruhu olmazdı karanlığın. Bu yüzdendi bu kadar sessiz ve sırlıydı duruşu.
Kalbime hedeflenen her ok acıyla saplanıyordu bağrıma. Acı ve ihanet kadar ağır olmasa da katlanılır derecedeydi bunlar. Daha ağırlarıyla karşılaşmıştım, atlatamamıştım lakin alışmıştım. Göz yaşları benim için günlük bir ritüel haline gelmişti. Acı ve ihanet hayatımın bir parçası gibiydi. Dünyaya onlarla birlikte gelmiştim sanki, onlarsız hayatımın kesitlerini canlandıramıyordum zihnimde. Karanlık hepsini boğup hapsetmişti içinde.
Bir hiç olmak acıtırdı her zaman.
Görünmez gibi hissettirirdi. Ailen ve çevren pek önemsemezdi seni. Koyu bir gölge gibi gezinip dururdun sessizce.
Oysa her zaman şefkat bekleyen, gözü yaşlı bir kız çocuğu barındırırdım içimde. Ne kadar da yaşayamasam çocukluğumu, yine kızım diye sevilmek isterdim her zaman. Bir ukteydi içimi yakan. Sevgi tohumlarının gömülü kalıp yeşermediği kalbim, parçalara bölünmüş susuz, çorak topraklar misaliydi. Ne bir bitki biterdi, ne de bir canlı yaşardı...
Katletti kalbim tüm sevgi kırıntılarını. Onlara yer yoktu burada. Bana acı çektirecek hiçbir varlık barınamazdı en hassas noktamda. Kül misali savrulmaktı benim hikâyem. Savrulup yok olmak, hiçliğe karışmak.
Hüzün rengine bürünmüş bedenim konmayı bekliyordu bir gün kabul göreceği bir yere. Ama ümidimi kesmiştim bunca yıldan sonra. Beni ben olarak kabullenecek yoktu, olamazdı ve olmadı.
Bu yüzden yalnızdım. İnsanlar arasında tek başıma ve kederliydim. Benim için aynı renkti tüm dünya. Hüzün rengine soyunmuş griydi hayat...

Dağıldım. Ben koca bir volkan iken sarsıldım. Geriye sadece kırılgan bir kül tanesi olarak kaldım.
Bilinmeyen bir masaldı benimkisi. Önemsiz addedilen lakin benim için muazzamdı külün hikâyesi...
Cennette cehennemi yaşamaktı benim hissettiklerim. Yanmak ve dirilip tekrar yanmaktı benim kaderim.
Acı, ben değil miydi? Benden bir parça...
Veya ben ondan bir damla...
Ben gözü dönmüş bir sadist değildim lakin bir aşamadan sonra acı zevk veriyordu. Bu kurbanın canının acıması değildi. Benim tam olarak hissettiğim acı, kalbimin yanıp kül tanelerine dönüşmesi gibiydi. Bir hançerin kalbimi ve ruhumu acımasızca deşmesi gibi.
Alışmak kolay değildi.
Ama bununla doğup, bununla yaşamak alıştırıyordu insanı.
Gözlerime doluşan yaşlar yıldız tanelerine dönüşerek düşüyordu tek tek gök yüzünden. Biraz sonra yıldızsız, kapkaranlık gök yüzüyle baş başa kalacaktım. Karanlık veriyordu vereceğini; acını paylaşıyor, daha doğrusu hüznüne kattıkça katıyordu.
Tek başına, karanlıkta düşünmek...
Bu en berbat olanıydı. Göğüs kafesime bırakılan tonlarca yükün kaburgalarımı çatırdatmasıydı.
Göğsün sıkışır ve her şeyi sorgularsın o yalnız karanlıkta.
Bazen neden yaşadığını düşünürsün. Dersleri ve daha önemsiz birçok şeyi. Lakin o önemsiz şeyler dahi ayrı bir önem kazanırdı, ağırlaştıkça ağırlaşır, seni boğmaya çalışırdı.
Aslında sabah olduğunda bu düşüncelerin ve yarattığı etkinin ne kadar saçma olfuğunu düşünüp kendinize kızardınız.
Ama karanlıktı işte, sana acımaz, almak istediğini koparmaya çalışırdı. Seni kendisine çekmeyi isterdi, kendisinde yok etmeyi ve zihninde yer etmeyi...

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin