ON SEKİZ

2.9K 419 22
                                    

Hayat kadar ölüm de tabii bir durumdu. Hayatı ne kadar benimsiyorsak ölümü de o derece sindirip benimsememiz gerekirdi aslında. Belki daha az acı verirdi ölümün yakıcılığı. Külden dünyalar bir bir yıkılırken başına, sen istemezsin enkazlar altında kalmayı, bir moloz altında ezilmeyi. Kaçmayı denersin ki yeni hayaller inşâa edebilesin.

Bilinmez gelecekler her zaman hayatın süprizlerinden biridir. Hiç ama hiç beklemediğin bir anda çıkı verir ortaya, hayatını altüst eder. İşte hayaller bu kadar kırılgandır aslında, hayatın gerçeklerine dayanamaz, yıkılı verir hemencecik.
Aslında hayatıma Deha ile devam etmek ve onunla bu yaşammı gidebildiğimiz yere kadar devam ettirmek istemiştim.
O gün koyu bulutlar hakimdi Bursaya, kasvetli ve hüzün yüklü bir sabaha uyanmıştım.
Deha ile sürekli kavga etmeye başlamıştık lakin onu hâlâ çok seviyordum ve inanıyordum ki o da beni seviyordu.

Sadece anlaşamadığımız noktalar vardı ama onlar da aşılamayacak gibi değildi. Aşıktım ve aşkım uğruna bir şeyler feda etmeye hazırdım. Eğer Deha benim ileride hayatımı birleştireceğim erkek olacaksa sanırım ben bekâretimi onunla paylaşabilirdim. Sonuçta bu durum yine ona özel kalacaktı. Aslında değişen hiçbir durum olmayacaktı. Ve böylelikle tüm sorunlar ortadan kalmış bulunacaktı.

O gün en güzel kıyafetlerimi giyip hazırlanmıştım. Gri gök yüzüne aldırmadan atmıştım kendimi dışarı ve yürüyordum mutluluğuma doğru. Ah o zamanlar gözleri aşktan kör olmuş sarhoş bir aşıktım sadece. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi hissediyordum ve kesinlikle birazdan öyle olacaktı. Tüm duvarlarımı yerlebir ederek çıkmıştım o yola ve sonucunda mutluluk olacaksa ben daha birçok duvarı yıkmaya hazırdım.
Sert bir rüzgar esiyordu ve yağmur birazdan yağacaktı.
Hayallerimin kapalı kapıları sonuna kadar açılmıştı oysa, Deha benim yıllarca beklediğim beyaz atlı prensimdi bir nevi.

Onun evinde ve yalnız olduğunu biliyordum, aslında bu yüzdendi rahatlığım ama bir yerlerde az da olsa endişe yok değildi.
Korkuyordum bir yandan, nasıl hisdettirecekti acaba? Daha doğrusu Deha bunu nasıl karşılayacaktı. Sanırım geri çevirmezdi beni, sonuçta bunu benden isteyip duruyordu.
Bir yanım, bu genelde şeytanımın daima yer edindiği sol yanım olurdu, bana oraya gitmemem gerektiğini zırvalayıp duruyordu. Nereden çıkmıştı ki bu şimdi? Onun benden kötü şeyler yapmamı istemesi gerekmezmiydi? Anormal bir kızdım ve diğer kötü yanım da anormaldi kesinlikle.

Uzun ve heyecanlı bir yürüyüşten sonra Dehaların evine ulaşmıştım sonunda. Evin güzel görünümüne bakarak derin bir nefes alıp verandaya doğru adım attım. Neyse ki aramızın iyi olduğu zamanlarda Deha bana evlerinin yedek bir anahtarını vermişti. Bu harika olmuştu aslında, gizlice içeri girip ona süpriz yapacaktım. Anahtarı kilide yerleştirip büyük bir sessizlikle çevirdim. Kilit turunu tamamladıktan sonra açılmıştı sonunda. Dış kapıyı itip kendimi içeri attım. Evlerinin koridorunda oldukça sessiz olmalıydım. Deha'nın odası üst kattaydı ve onunla karşılaşmama az bir mesafe kalmıştı. Odasına yaklaştıkça içeriden seslerin yükseldiğini net bir şekilde duyar olmuştum. Neşeyle cırlayan ve oldukça tanıdık bir kız sesiydi bu. İlerledikçe kabimin atış hızı artıyor, yüzümdeki gülümseme soluyordu.
Merdivenleri çıkıp odasının önünde durdum. Kapının kolunu yavaşça çevirip kafamı içeri uzattım. Aslında hayallerim oldukça farklıydı. Buraya büyük bir sorunu çözmeye gelmiştim lakin Deha'nın yatağında başka bir kız vardı ve üstelik ben o kızı çok iyi tanıyordum. Okulda en sevmediğim ve hiç anlaşamadığım Nehirdi yatağında. Tiksintiyla ikisinin şok olmuş yüzlerine baktım. Biraz önce oldukça iyi eğleniyorlardı oysa.  Dehanın gözlerine baktım, işte orada ilk kez kendimi görmedim. Sonsuza dek silinmiştim.
"Miray," dedimişti şaşkın bir şekilde.
Göz yaşlarıma hakim olamıyordum. Vücudum ihanetin acısıyla kaskatı kesilmişti. Şimdi ne yapılırdı onu bile bilmiyordum. Nehir'in  yüzündeki şeytani gülümseme oldukça netti zihnimdeki yerinde. Deha yerinden dahi kıpırdamamıştı.
"Açıklayabilirim," demişti sadece.
"İkinizin de canı cehenneme!" diyerek haykırıp çıkmıştım oradan. Göz yaşlarım dışarıda yağan yağmur kadar saf ve berraktı. Yağmur altında ıslanarak ve ağlayarak ilerliyordum. Belki geri dönüp Dehaya en sağlamından bir yumruk indirmeli, Nehirin saçlarını yolmalıydım. Ama yapmadım, aslında kendimde bunu yapacak gücü bulamıyordum.

Sanırımın yağmurdan ve ıslanmaktan bu kadar nefret etmemin sebebi bu ihanetti. Her yağmur yağdığında ve ben ıslandığımda Dehayı ve ihanetini hatırlıyordum.
Ondan sonra hayatıma kaldığım yerden devam edeceğimi sanmıştım ama yanılmıştım. Kâbuslar her zamankinden daha korkutucu ve sık yaşanmaya başlamıştı. Kimseye güvenemiyordum ve bu süre zarfında polisiye romanlarına ve filmlere merak saldım. Az da olsa onlar unutturuyordu bana yaşadığım acıları.
Tam anlamıyla aldatılan evli kadın profiline dönmüştüm. Edward dan ayrılan Bella gibi depresif bir hayat tarzını benimsemiştim. Başımda Alaca Karanlık kuşağının hüzün yüklü fon müziği çalıp duruyordu. Ve Miray kalp acısından hayata gözlerini yumdu...
Bir bakıma komik bir durumdu. Sadece birkaç aydır çıkıyorduk. Ama bu benim ilk deneyimim ve ilk ihanetim olduğu için belki bu yüzdendir her şeyi bu kadar yoğun bir şekilde yaşamam. Belki tüm suçu Deha da aramamalıydım ama kendimde bir suç bulamıyordum ki? Benden bekaretimi istemişti laki ben o zamanlar bunu yapmaya hazır hissetmiyordum ve en sonunda kötü son yaşanmıştı. Çapkın bir playboy ile çıktığında ona istediği her şeyi vermelisin, aksi taktirde başka tarafa bakmaya başlar, tezini kulak ardı etmemem gerekirdi. Benden bir şey bulamayan Deha bu işe en meyilli kızın kollarına atılmıştı, Nehirin.
Ah, okuldaki iğneleyici lafları üzerine onun çenesini dağıtmamak için kendimi zor tutardım aslında.
Bazen burnunun üzerine sıkı bir yumruk atma isteği doluşsa da içime, zapt ederdim hemen kendimi. Ben onlar gibi olmayacaktım.
İyi kızlar, iyi erkekleri hakeder.
Sanırım ben bekleyecektim.
Biliyordum ki beklediğim erkek eninde sonunda beni bulacaktı.

Bundan sonra Dehadan resmen ayrılmıştık ve ben onun yüzünü dahi görmeye dayanamıyordum artık.
Damla ayrıldığımı öğrenir öğrenmez hemen kolları sıvamıştı bile.
Bir erkek için asla haftalarca ağlanmaz.
Prensibini cırlayıp duruyordu sürekli.
İlk önce benden tam sekiz yaş büyük birini ayarlamıştı. Ben bir kafe de Damlayı beklerken masama uzun boylu, oldukça hoş bir erkek oturmuştu. Sanırım ismi Canberkti.  Onumla pek iyi anlaştığım söylenemezdi aslında. Sürekli işinden bahsedip durmuştu ve kesinlikle olgun erkekler tipim değildi. Damlayı parçalayacaktım. Canberkten ayrıldıktan sonra derhal Damlanın yanında almıştım soluğu. Her ne kadar da ona kızgın olsam da tek arkadaşıma küs kalmaya dayanamazdım.
Ardından ikinci girişimi tam bir rezaletti. Okulun sivilceli olan inek çocuğunu ayarlamıştı. Tuğra...
O çocuğun kesinlikle cilt sorunları vardı ve kesinlikle hoş kokmuyordu. Her kelimesinden biri ders ve sınavdı. Onu dinlerken dahi midem huysuzca kıvranıyordu. Sanırım Deha dan sonra hiçbir ilişki istediğim kadar mükemmel olamayacaktı. Bu her zaman üzgün ve içe kapanık kalacağım anlamına geliyordu. Onun için yıktığım duvatları daha sağlamlaştırarak yükselttim ve ulaşılmaz kıldım. Onları geçebilen sadece kül tanecikleriydi. Zaten ben savrulup duran bir kül tanesi değilmiydim? Konacağım yeri özenle seçiyordum ve bir gün konacağım kalp benimle sonsuza dek uçuşup duracaktı.

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin