ON

3.4K 729 29
                                    

Hayatın acı ve küllerle örülü olunca gelecek acılar pek etkilemez sanıyordum. Ama öyle değildi, gelen her bir acı darbe beni yeniden darmadağın ediyordu. Ölümün soğuk esintisi dağıtınca külden hayalleri, işte o an gerçeklerle yüz yüze kalırsın. Gerçek hayallerden oldukça farklıdır oysa. Acılar ve sevinçler daha yoğundur.
Ben gerçeklere dönmek istemiyordum, uyuduğum yerde sonsuza dek uyandırılmadan kabuslarımla yaşamak istiyordum. Acı zevk değil, artık korku veriyordu. Her şey ciddiye binince, ölüm kapıyı çalınca ciddiyet o an anlaşılır olurdu.
Ölümün soğuk esintisi yüzüme çarpınça kulağıma bir çınlama yayıldı. Hayır, ölümü yaşamak ve izlemek istemiyordum. Gözlerim geriye doğru kaçmaya çalışıyordu. Kulaklarım gelecek sesleri duymamak için zihnimi tırmalayıp duruyordu.
Serin bir gecenin altında, karanlıktaydık. Yağmur tekrar yağmaya başlamıştı. Bir şimşek çaktı öfkeyle. Bu ani bir aydınlamaya neden olmuştu güzelce.
Bıçak olduğu yerdeydi, katilin suratında pis bir sırıtış gizliydi.
"Hayır, bunu yapma. Lütfen onu bırak," diyerek yalvardım Egemene.
Nehirin şişmeye yüz tutmuş yüzüne baktım,durmadan ağlıyor ve çok korkmuştu.
"Hayır, hayır... Lütfen yapma," diyerek tekrar ağladı. Ölüm korkusu hiçbir şeye benzemezdi.
"Bırak onu aşağılık herif!"
Damla olabildiğince sert bir şekilde haykırmıştı. Daha doğrusu kusmuştu o kelimeleri.
Katilin şimşek gibi çakan yüzüne baktım, ifadesiz ve ruhsuzdu. Bu durumundan korkmaya başladım. Dünya umurunda değilmiş gibiydi. İçime bir ürperti yayıldı, şuan bıçağın metalik soğukluğunu boğazımdaymış gibi hissediyordum.
Acaba ne hissediyordu? Hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyormuydu? Yoksa tüm olanlar bir blöfmüydü? Gözyaşlarım ani bir hücumla gözlerime doluştu. Buna hazırlıklı değildim.
"Lütfen... Yapma," dedim tükenmiş bir ses tonuyla. Gücüm kalmamıştı, tükenmiştim artık. Artık acı yaşamak istemiyordum, hayır bu yeterdi artık. Güçlüce haykırmak istiyordum ama buna gücüm yetmiyordu. İhanet öyle acıydı ki; etlerini bir kelpetenle çekiyorlarmış gibi hissettiriyordu, kör bir testereyle boğazını kesiyorlarmış gibi acılı...
Göz yaşlarım yerlerinden fışkırıp yanağımda ince bir şerit bırakarak aşağı kayıyordu. Katilin gözlerinde o korkuyu ve vahşeti gördüm. Bu şaka değildi, bir psikopatın serin kanlılığıydı. Bıçak Nehirin boğazına biraz daha saplandı. Nehir hafifçe irkildi. Hâlâ ağlıyordu. Her ne kadar da kendisinden hazetmesem de o bunu haketmiyordu. Gözlerimiz buluştu, oradaki acı ve hüzün kalbime duştu. "HAYIR! BIRAK ONU," diye haykırdım ve çırpınmaya başladım. Bunu yapacak gücüm yoktu ama acıyla ağlayan bu kıza yardım etmeliydim ama nasıl? Daha kendime bir hayrım yokken, bıçağın boğazına dayandığı bir kurbana nasıl yardım edebilirdim? Hayır bunu yapamazsın! İçimdeki öfkeli Miray koca bir volkandan haykırıyordu yeryüzüne.
Lavlar her yerdeydi, sana onu bırak dedim! diyerek haykırıyordu. Gerçekler her zaman acıydı. Alev püsküren diğer yanım şuanki durumumdan daha acizdi. O lavlar sadece içimi yakardı, dışımı değil. Gözlerimi devirdim, Nehirin ağlayarak başını sallamasına dayanamıyordum.
"Bırak onu!"
Damlanın haykırışları da işe yaramıyordu. O benim aksime daha sesli ağlıyordu. Elin kolun bağlıyken başka ne yapabilirsin ki?
"Egemen, bunu yapma."
Kafamı kaldırıp sesin sahibine baktım. Çağlayan ruhsuzca Egemenin arkasında dikiliyordu.
"Neden? Bunu zaten yapmayacakmıyız?  Ben sadece bunu biraz erken bir vakite çekiyorum."
Egemenin acımasızlığına dayanamıyordum.
"Gidin başımdan! Kimse bana tükürüp hakaret edemez tamammı. Üstelik bunu ölecek bir kurban yapıyorsa asla kabul edemem."
Anlamsızca yüzüne baktım. Bu kadar iğrenç olamazdı. Midemin tekrar hareketlendiğini hissettim. Yağmur Egemen ve Nehiri iyice ıslatmıştı. Nehir üşüdüğündenmi yoksa korkundanmı bilmem ama oldukça çok titriyordu.
"İzleyin, sizin de sonunuz onun gibi olacak."
Dehşetle Egemenin suratına baktım.
"Hayır, bunu yapamazsın. O kadar kolay değil!"
Bir şey demedi. Yapmazdı değilmi?
Nedense ona pek güvenemiyordum. Bıçak birden hareket etmeye başladı. Nehir korkuyla fısıldıyordu.
"Lütfen yapma... LÜTFEN!!"
ama dinleyen olmadı. Bıçak Nehirin boğazında düz bir çizgi oluşturarak ilerledi. Dehşetle gerçeğe bakıyordum. Nehirin kocaman açılan gözleri hiçbir zaman gözlerimin önünden gitmeyecekti. Kanlar benim ve Damlanın yüzüne gelişi güzel sıçrıyordu.
"HAYIR!" diyerek haykırdı Damla.
HAYIR!! diyerek haykırdı içimde ateşler püsküren Miray.
"Hayır!" diyerek haykırdım boğazından kanlar akan Nehire bakarken. Egemen tuttuğu saçlarını bıraktı ve Nehirin çırpınan bedeni yere düştü. Onu böyle yerde çırpınırken görmeye dayanamıyordum.
"HAYIR! BUNU ÖDEYECEKSİN AŞAĞILIK HERİF!!" diyerek var gücümle haykırdım. Bu olamazdı, Nehir yerde çırpınan o kız olamazdı. Egemen çekip gitti, Çağlayan öyle ifadesizce yüzüme bakıyordu. Ona şuana gösterebildiğim en ölümcül bakışları attım. Ne olursa olsun insan böyle bir ölümü haketmezdi. Var gücümle haykırdım yağmurlu geceye, bu oldukça ağırdı. Damla da benim gibi seslice haykırıyordu. Bu oldukça ağırdı ve bunu kaldıramıyorduk. Bir arkadaşının ölümüne şahit olmak kolay değildi ki.
"VAHŞİLER!"
Damlanın sesi geceyi yırtarcasına tükseliyordu.
Çağlayan yerde yatan Nehire baktıktan sonra çekip gitti. Şimdi, karanlıkta yapayalnızdık. Ateş sönmüştü, yıldızlar ve ay yoktu. Koyu bulutlar çökmüştü geceye ve zihnimin üstüne. Bu vahşete şahit olmak o kadar zordu ki. Akan kanları görmek ve azrailin gelişine şahit olmak.
Ölüm meleği koca kanatlarını çırparak üzerimizde dalgalanıyordu. Yanında artık huzurlu görünen Nehirin özü vardı. Ruh öyle acı ve güzeldi ki, onun masumiyeti ve asliyeti harikaydı. Hem narin, hem de oldukça güçlüydü. Çünkü Ruh yaratıcıdan bir parçaydı. Şimdi tekrar asıl vatanına dönmek üzere bir yolculuğa çıkıyordu. Güzel vatanlara ve hüznün olmadığı yerlere gidiyordu. Hoşça kal Nehir.
Sanırım onun o sinir bozucu sesini özleyecektim, bakışlarını ve gülümsemesini. Ah benim baş belam sen şimdi bu dünyadan uçarken biz burada hüzün ve göz yaşı içerisinde bağlı duruyoruz. İnanılacak gibi değildi; birkaç saat önce yanımızda bağlı olan ve mızmızlanıp duran Nehir şimdi karşımızda kanlar içerisinde cansızca yatıyordu. Şuanki hali oldukça masum du, kanlara bulanmış saçları ve bembeyaz teniyle bir çocuğu andırıyordu. O daha çocuktu, on sekiz yaşında bir kız çocuğuydu. Göz yaşlarım çenemden süzülüp nemli çimlere düştü. Pantolonum çimlerdeki nemi emiyordu ve bu üşmeme neden okuyordu. Korkuyla ürperdim. Ölümün soğuk esintisi üzerimizdeydi şimdi. Nehirin cansız saçlarını sağa sola savuruyordu. Bir şey yapamadan öylece durup bakmak ne de acıydı.
"LANET OLSUN!" diyerek yerimde kıpırdandım.
"Hepsi benim suçum, onu ben öldürttüm. LANET OLSUN, O BENİM YÜZÜMDEN ÖLDÜ," diyerek haykırdı Damla.
"Bunu kendine yapma Damla," dedim titrekçe.
"Bunu bilemezdin. Hiçbir şey senin suçun değil."
Başını olumsuz anlamda salladı.
"Ona bundan haber verdiğimde kabul etmemişti. Yurtdışına gidecekti. Ama ben ısrar edince gitmekten vazgeçti. Ben ısrar etmeseydim şimdi yaşıyor olacaktı."
Boş boş Damlanın yüzüne baktım. Böyle durumlar da ne denirdi ki?
"Ben yaptım, onu ben öldürdüm. Nehiri  katili benim. Hepsi benim suçum. Hayır, ben ölmeliydim. Ben yaptım."
Damla kendisini kaybetmiş gibi haykırarak çırpınıp duruyordu.
"Kes şunu!" diyerek Damlaya bağırdım..
"Hiçbir şey senin suçun değil tamammı? Böyle düşünmemelisin."
Damla sesli bir şekilde hıçkırarak ağlıyordu. Buradan biran önce kurtulmamız gerekirdi. Aksi taktirde sonumuz Nehirinkisi gibi acılı olurdu.

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin