YİRMİ ALTI✴

226 17 5
                                    

Ölüm elbette farklı bir histi. Bu zamana kadar hiç kimse ölümü tam olarak tanımlayamamıştı.
Bir kişi bilmediği bir hissi ne kadar açıklarsa açıklasın asla gerçeğinin tam tanımını bulamazdı tüm betimlemeler.

Ruhun bedenden ayrılırkenki acısı tarifi imkansız olmalıydı.
Ölümün soğukluğu çöktüğü cansız bedende çok iyi anlaşılabiliyordu. Ruhsuz bir beden kıymetsizdi. İnsanı insan kılan o ilahi varlıktı.
O olmadığımı beden sadece bir et parçası gibi kalırdı. Kokuşur ve çürümeye yüz tutardı.
Ölüm tüm sessizliğiyle çöktümü insana geri dönüşü asla olmazdı. Bu yüzdendi dünya üzerinde her ırk ve her dine mensup insanlar ölümün varlığıyla ittifak kurmuşlardı. Muhakkak ki ölüm bu dünya hayatının bir sonuydu. Sonraki dünyaya geçiş için bir kapıydı.

Bacağımda kanların sızdığı yarım daire şeklinde sıralanmış yaralar yeralıyordu.
"Yılan," dedi Çağlayan.
Kafamı endişeyle kaldırıp yüzüne baktım.
"Yılan ısırığı."
"Hayır, bir şeyler yap, Çağlayan. Ölmek istemiyorum," dedim büyük bir endişeyle.
Biraz önce yaşanan büyülü hava darmadağın olmuş, başımızın üstünde yeralan anafor binlerce parçaya ayrılarak üzerimize yağmıştı.
"Tamam, sakin olmalısın," dedi.
"Bir yılan tarafından ısırıldım ve benden sakin olmamı mı istiyorsun?" dedim. Tamam, kabul etmeliydim ki, sesim gereğinden fazla gerilim yüklüydü.

"Düşünmeme izin ver," dedi. "Böyle davranarak bana yardımcı olmuyorsun."
Sağ elini saçlarına daldırmış öylece dikiliyordu. Kafasını eğmiş derin düşüncelere dalıyordu.
Sanırım hayatım burada son buluyordu. Zehirin yavaşça içime yayıldığını, geçtiği yerleri mahvettiğini hissedebiliyordum.
"Biraz çabuk düşünmelisin," diyerek ciyakladım.
Gerçekten ölmek istemiyordum. Lanet olsun, en azından bu koşullarda hayatımın son bulmasını istemiyorum!
"Tamam," dedi endişeyle.
Korkudan ölüyordum. Tanrım! Buna inanamıyordum. Az önce oldukça heyecanlı ve nasıl derler? Ateşli bir şekilde öpüşüyorduk. Ama şimdi lanet bir yılan tarafından haince ısırılmıştım.

"Zehir yayılıyor olmalı, Çağlayan, ÖLMEK istemiyorum," dedim hızlı hızlı nefes alarak. Tehlikeli olacağını bilmesem şimdi çoktan ayaklanmış, bu viranede çığlık çığlığa koşturuyor olacaktım.
"Korkma," dedi sakin bir şekilde.
"Şuraya bak."
Parmağının işaret ettiği yere baktım.
"Bu izleri görüyormusun? Bunlar yılanın normal dişleri. Yani zehirli değil, en azından zehirli dişlerini kullanmamış," dedi.
"Bunu nereden biliyorun?" dedim büyük bir heyecanla.
"Ya zehirliyse?"
"Zehirli değil, eğer yılan zehirli dişlerini kullanmış olsaydı bu küçük diş izlerinin içerisinde kocaman iki diş izi daha olurdu. Korkmana gerek yok, ölmeyeceksin," dedi sırıtarak.
Ah Tanrım, ne kadar rahatladım anlatamam. Delice atan kalbim normal düzenine dönmüştü bile.

Çağlayan çantasının yanına gidip çömeldi. Fermuarları sonuna kadar açıp bir şeyler araştırmaya koyuldu.
Birkaç saniye sonra elinde ezilmiş, neredeyse dümdüz hale gelmiş bir paket pamuk, koyu renkli bir şişe duruyordu.
"Elimizde olan malzemeler bunlar," dedi. Yüzünde aynı gülümsemesi yeralıyordu.
Komik bir durum mu vardı acaba?
Yanıma oturup yılanın ısırığı olan küçük yarım daireye baktı.
"Tahmin ettiğimden daha da iyi. Kısa zamanda iyileşirsin," dedi.
Ardından pamuğun poşetini yırtıp kocaman bir parça kopardı.
Açtığı tentürdiyot şişesinin ağzına pamuğu tutup birkaç kez aşağı doğru çevirdi. Ardıdan kırmızı bir renk almış pamuğu yavaşça yılan ısırığının olduğu yere sürmeye başladı.

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin