Hayallerime tutulan bir silah, simsiyah ve acımasızdı. Tüm bedenim değil, Ruhum dahi titriyordu. Ölüm korkusu ve bu dünyadan böylece ayrılma fikri. Korkunçtu. Hayır, ben ölümle tanışacak kadar cesaretli değildim. Önümde kaskatı yüzlü acımasız bir ölüm meleği duruyordu. Ruhsuz ve ifadesiz yüzüne öylece bakıyordum. Hiçbir şey yoktu orada, koyu gözleri öylece bakıyordu.
Hayallerim hiç bu kadar derin olmamıştı, battığım karanlık beni kendine çektikçe koyulaşıyordu ve dipsiz bir renge bürünüp derin bir boşluğa dönüşüyordu. Artık bu işin içinden çıkamıyordum. Zihnim bana oyun oynuyor gibiydi. Battığım yer şimdi daha karmaşıktı, çıkamıyordum ve ne yapacağımı bilemiyordum. Çakan sert bir şimşek beni gerçek dünyaya döñdürmüştü. Yağmur şimdi daha şiddetli yağıyordu ve biz hâlâ aynı yerimizde, bize doğrultulan silaha boş bir şekilde bakarak duruyorduk. Bir rengi yoktu, korkuyu hangi renkle tanımlayacaktım ki? Bu güne kadar her ne kadar da güçlü olmaya ve görünmeye çalışsam da tüm bunlar şimdi yerlebir oluyordu. Korkağın tekiydim.
"Bizi kandırabileceğinizimi sandınız?"
Yetkinin sesi alay yüklüydü. Pislik pek eğleniyor gibiydi.
Bir şimşek daha çaktı, kül rengi bulutlar biranda hücum etmişti gök yüzüne. Ruh halimizi oldukça net anlatabiliyordu.
"Zeki kızımız Miray olayları biraz geç çözdü sanırım. Ama takdir etmeliyim ki güzel olduğun kadar zekisin de."
Nefretle Yetkinin pis pis sırıtan suratına baktım.
Bir şimşek daha çaktı, bu oldukça kuvvetliydi. Biz şimdi ne yapacaktık? Kapana kısılmış fare gibiydik ama hiçbir zaman o farenin teslimiyetini sergilemeyecektik.
Üçümüz korkuyla bizi kandıran erkeklere bakıyorduk, nasıl olur da bu kadar saf olabilirdik?
"Siz aşağılık pisliğin tekisiniz," dedim nefretle.
Çağlayan'ın bakışları üzerime sabitlenmişti, şimdi o bakışlar eski hissi oluşturmuyordu. Ona nefretle baktım. Demek sırf beni baştan çıkarabilmek için yanaşmıştı yanıma. Erkekler hep böyleydi işte, bir defa daha hayallerimi ve dünyamı altüst etmişti.
"Egemen, bunu yapma. Biz birbirimizi seviyoruz," diyerek Egemenin yanına koştu Nehir.
Yanına ulaşmıştı ki, Egemen yüzüne sert bir tokat indirdi. Nehir şimdi yerde, bir eliyle yanağını tutuyordu. Kafasını kaldırıp şaşkınca Egemene baktı.
"Seni küçük orospu, ben seni hiçbir zaman sevmedim. O hareketlerin beni deli ediyordu. Biraz daha sabredemezdim."
Nehir yerde yanağını tutmuş bir şekilde ağlıyordu. Ah o acıyı bilirdim, bir erkek tarafından kandırılmak çok kötüydü.
Emindim ki Nehir tokattan dolayı değil, kırılan kalbinden dolayı ağlıyordu. Her şeyi mahvetmişti ama bunu sırf sevdiği erkek yüzünden yaptığını biliyordum. Bu yüzden ona pek fazla kızamıyordum ama şuanki durumuna sevinmiyor değildim. Şimdi anlasın benimde tam olarak neler hissettiğimi.
"Şimdi hiçbir sorun çıkarmadan yürüyün," diyerek bizi tehdit etti Yetkin.
Çağlayana baktım, hiç konuşmuyordu. Öylece durup olanları izliyordu.
Bizi bu sabah kahvaltı yaptığımız ağacın altına götürdüler. Masayı kaldırıp yana fırlattılar ve ağacın altına oturmamızı söylediler. Neyse ki ağacın altı hâlâ kuruydu. Nehir hâlâ ağlıyordu ve bu oldukça sinir bozucu olmaya başlamıştı. Kafamın arka yerinde beni tırmalayan düşüncelerim buradan biran önce kaçmamız gerektiğini bağırıp duruyordu. Tanrım peki onların elinden nasıl kurtulacaktık?
"Çağlayan, çadırdan şu ipi getirirmisin, yeni kurbanlarımızın kaçmasını istemeyiz."
Bunu söylerken sırıtıyordu Yetkin. Bir insan nasıl bu kadar iğrenç olabilirdi?
"Siz yaptınız onları değilmi?" diye tısladım.
"Neyi kastediyorsun?" diyerek yüzüme Baktı Yetkin.
"O kadını siz öldürdünüz ve ormanda bulunan o erkeği de. Bize ilk gece anlattığınız hikâye gerçekti öyle değilmi?"
"Oldukça zekisin Miray, ne yazıkki sana yazık olacak. Evet onları biz öldürdük ve oldukca zevkliydi."
Midemin altüst olduğunu hissedebiliyordum. Bu nasıl bir psikopatlıktı?
"Siz normal değilsiniz."
"Kesinlikle normal değiliz. Bize bir baksana normalmi görünüyoruz. İşte bu bizim farkımız."
Bu kesinlikle büyük hir farktı.
"Peki neden?"
Sesim ayarladığımda daha üzgün çıkmıştı.
"Tüm bunları neden yapıyorsunuz? Biz size hiçbir şey yapmadık."
Yüzüme pis pis baktı ve bir kahkaha koyverdi ama bu kahkahada hiçbir duygu yoktu. Boş ve öylesine çıkmış bir sesti.
"Bunu yapmamız için bir suçunuzun olması gerekmiyor. Dedim ya bunu zevk için yapıyoruz."
Bu arada Çağlayan elinde uzun bir iple gelmişti.
"Üçünü sıkıca bağla," diyerek emir verdi Yetkin.
Çağlayan konuşmadan yanımıza yaklaştı ve elindeki ipi bıçağıyla üçe böldü. İlk olarak nehirin ellerini arkasında birleştirerek ayağıyla birlikte bağladı.
Ondan sonra Damlaya geçti.
Damla uzun bir süredir hiç konuşmuyordu. Yüzüne baktım, korkuyla kaskatı kesilmişti. Tanrım, onun için endişelenebilirdim sanırım. Kendisini hiç bu kadar korkmuş görmemiştim.
Çağlayan Damlanın ellerini ve ayaklarını bağladıktan sonra yanıma geldi. Yanımda çömelmiş gözlerimin içine bakıyordu. Yanlış hareket adamım, artık o bakışların hiçbir etkisi yoktu.
Kafamı yana doğru çevirdim. Ellerimi de ardıma yerleştirip bağlamasını bekledim. Arkama eğilip ellerimi bağlamaya başladı. Üzerine sinmiş parfüm kokusu çok hoştu, ama bu koku bir katilin kokusuydu. Yüzümü buruşturarak kafamı yukarı kaldırdım. Biz burada öylece ölemezdik. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama burnumun direği sızlıyordu, biraz daha kendimi tutmasaydım göz yaşlarım sel olup akacaktı. Çağlayan ellerimi ve ayaklarımı bağladıktan sonra çekip gitti, kendi çadırına girip fermuarı sonuna kadar çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLLER
Misteri / ThrillerGizem/Gerilim #3 Bir masal anlatıldı. Acı dolu, hüzün kokan bir havayla. Acı çeken güzel bir kızın gölgeli hayatıydı baştan sona olanlar... Bu masalda mutluluk yoktu. Bir vardı lâkin sonrası yoktu. Olmayacaktı. Kız bir hiç olarak kalacaktı. Sonra...