YİRMİ

2.6K 364 13
                                    

Kâbuslarım bir bir gerçekleşiyordu. Gece gördüklerim, gerçekte gözlerim önündeydi. Karanlık ormanda nefes nefese koşuyordum. Koşmam gerekirdi ve bu lanet yerden çıkmam...
Yüzüme sertçe çarpan soğuk yağmur damlaları sayesinde uykum açılmıştı. Rüzgarın sert uğultusu adımlarımdan yükselen sesi boğuklaştırıyordu. Böylelikle Çağlayan peşime takılsa bile beni bulması oldukça zor olacaktı.
Montumun fermuarını boynuma kadar çekerek hızımı daha da arttırdım. Soğuktan ve yağmurdan korunmak adına kapüşonumu kafama geçirdim.
Önümde yükselek tepeciğe büyük bir motivasyonla tırmanmaya başladım. Zemin çamurlu ve oldukça kaygandı. En ufak yanlış hareketimde yuvarlanıp başlangıç noktama tekrardan düşebilirdim.
Uzaklardan bir baykuş öttü pervasızca. Ses uğuldayan rüzgara karışarak ormanda uğursuz bir etki yaratıyordu. Korkuyla karanlık ormana bakındım. Peşimde bir kurt sürüsü olması dahilinde pek fazla uzaklaşacağımı tahmin etmiyordum. Ve sonum Egemeninkisi gibi acı dolu ve kanlı biterdi. Bu hissin yarattığı korkuyla adımlarımı sıklaştırıp daha seri bir şekilde tırmanmaya başladım. Lakin çamurlaşan zemin adımlarımı yavaşlatıyor, her seferinde birkaç santim kaymama neden oluyordu. Az daha çamura bulanmış bir şekilde aşağıya kadar yuvarlanacaktım. Attığım adımları görseydim aslında daha iyi olurdu. Neden Çağlayanın el fenerini araklamamıştım ki? Belki biraz daha uzaklaştıktan sonra kullanabilirdim. Çağlayandan kaçmak için biraz daha uzaklaşmalıydım. Daha tam manada uzaklaştığımı düşünmüyordum.

   Tepeciğin zirvesine ulaştığımda yorgunluktan bitmiştim. Bacaklarım yorgunluğun etkisiyle titriyor, nefes alış verişlerim anormal bir şekilde hızlanmıştı. Kendimi bitkin bir şekilde ıslak çamura bıraktım. Ayakkabılarımın zemininde birikmiş çamur adımlarımı ağırlaştırıyordu. Kuru bir dal parçası alıp ayakkabımın altındaki çamurları titreyen ellerimle temizlemeye çalıştım. Günlerdir yağan yağmur tüm şartları oldukça güçleştirmişti. Hızla atan kalbim göğüs kafesime vuruyor gibiydi. Ciğerlerim soğuk havanın yakıcı hissiyle yanıyordu.
Koca ağaçların içerisinde, bu tepeciğin üstünde kendimi oldukça küçük ve savunmasız hissediyordum.  Belki bir harita veya cep telefonu araklamam gerekirdi. Sanırım Çağlayana yaklaşmayı göze alamazdım.
Aslında ağaçların yosunlu tarafına veya kutup yıldızına bakıp yönümü tayin edebilirdim. Ne yazık ki karanlık bulutlar ardına saklanan kutup yıldızına bakmam imkânsızdı. Bu karanlıkta ağaçların yosunlu tarafını görmek oldukça güçtü. Bunun için gidip ağacın gövdesine dokunmam lazımdı ama kaç ağaca dokunarak ilerleyecektim ki? Şimdilik sadece rastgele bir yere koşmalıydım, bir polise veye iyi niyetli bir insana rast gelmeyi dileyebilirdim. Bir katilden kaçıp, başka bir katilin kollarına atılmak istemezdim.

Yeterince dinlendiğime kanaat getirdikten sonra hâlâ titreyen bacaklarım üzerine kalktım. Bu tepecikten etraf oldukça net gözükebilirdi, tabii ki kara bukutlar yerine ay olsaydı. Şimdilik etraf zifiri karanlıktan başka bir şey değildi.  Aşağı doğru sıralanan ağaçların dalları ve solmuş yaprakları az da olsa görülebiliyordu. Sanırım buradan sağıma doğru, aşağı koşacaktım son hızla. Ormanın yapraklarla kaplı zemini beni pek zorlamazdı.
  Harekete geçeceğim sırada geldiğim yönden puslu ve titrek bir ışık huzmesi gözüme çarptı.
O an zihnime en kötü şeylerin görüntüsü doluştu. Bu parlayan şey peşimize takılan ve oldukça sinirli olan kurtlardan birinin sinirle parıldayan gözleri olması içten bile değildi. Son hızla koşan aç bir kurda karşı pek şansım olmasa gerek. Belki beni fark etmemiştir. Bunu umarak harekete geçtim. Ama uzaklardan kesik kesik duyulan bir erkek sesi yerimde çivilenmeme neden olmuştu.
"Miray!" diyordu boğuk ses.
"Kaçma... sana zarar vermeyeceğim.... Vazgeç!"
Bu sesin sahibinin ismini hatırlamak içimin huzursuzca titremesine neden olmuştu. Çağlayan yokluğumun varlığını sezmiş ve peşime düşmüştü. Hızla bir ağacın ardına geçip neler yapmam gerektiğini düşünmeye başladım.
Nerede olduğumu bilmiyordu ve geç olmadan buradan kaçmalıydım.  "Miray...  bu saatlerde orman tehlikeli olur," diye bağırıyordu. Ah tabi, orman en az senin kadar tehlikelidir!
Sesi giderek yaklaştığını belli ediyordu.
"Beni duyduğunu biliyorum, fazla uzaklaşma."
Ormanın tekin olmayan karanlığında yankılanan sesi ağaç yapraklarını geçerek ürkütücü bir hâl alıyordu. Bu bir katilin sesiydi ve bu katile güvenemezdim.
Saklandığım ağacın gövdesinden ayrılıp tepecikten hızla aşağıya doğru koşmaya başladım. Ayağım kaygan çamurun üzerinden kaydı ve ne olduğunu anlamadan kendimi tepecikten aşağıya yuvarlanırken buldum. Küçük ve sivri taşlar sırtıma, bacağıma batıyordu. Yere yapışan yapraklar her yerimdeydi; saçlarımda, giysilerimde...
Eğim sona erdiğinde sert bir şekilde ormanın kuru zeminine yapıştım. Dudaklarımdan hafif bir inilti yükseldi.
Buradan hemen uzaklaşmalıyım.
Ayağa kalkmaya çalıştım ama bu tahmin ettiğimden daha zordu. Baş dönmesinden dolayı midem rahatsız bir şekilde kıpırdanıyordu. Ellerim istem dışı enseme kaydı. Orada, sırtımda ve kavrayamadığım bir çok yerimde ağrılar vardı. Bir an kararan dünyam giderek netleşiyordu. O bana fazla yaklaşmadan gitmeliydim. Düşerken fazla ses çıkarmış olmalıydım. İkinci girişimimde ayağa kalkmayı başarmıştım. Biraz yalpalasam da hızla dengemi bulup yürümeye, ardından tekrar koşmaya başladım. Hızım istediğim gibi değildi ama hiç yoktan iyiydi sonuçta.
"Miray... fazla uzaklaşamazsın."
Gelen sesle irkildim. Acaba çınlayan kulağım bana oyunmu oynuyordu? Ses oldukça yakın bir mesafeden gelmişti.
Kahretsin, beni duydu.
Kaçmalıydım, daha hızlı koşmalıydım. Bir kırbaç gibi savrulup yüzüme çarpan saçlarımı geriye doğru ittim. Hızlı düşünüp bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu sefer beni yakalamasına izin vermemeliydim.
"Miray, bana güvenmelisin..."
Güvenmek mi? Bir katile mi?
Bulunduğum duruma oranla bir kahkaha atma isteği doluştu içime.
Asla, asla, asla!..
Bir katile güvenecek değildim. Koşuyordum ama yeteri kadar hızlı değildim. Çağlayanın fener ışığı önümdeki ağaçları kesik kesik aydınlatıyordu. Güç de olsa hızımı biraz daha arttırıp koşmaya devam ettim. Soluduğum hava boğazımı yakarak ciğerlerime iniyordu.
Koşmalıyım, daha hızlı.
Ayağımın takıldığı bir taş yüzünden hızlı bir düşüş yaşadım. Ormanın ıslak zeminine tekrar kapaklanmıştım. Hızla doğrulup oturdum.
"Fazla uzaklaşamazsın. Orman birçok tehlikeyle dolu."
Çağlayanın sesi şimdi daha yakından geliyordu. Biraz sonra el fenerinden yayılan ışık üzerime odaklandı. Gözlerimi kırpıştırıp kafamı ışığın kör edici etkisinden kurtarmak adına yana çevirdim.
Ona asla inanma!
"Bu ormanda daha tehlikeli şeyler var," dedim kesik kesik. Nefes aslmakta zorlanıyordum.
"Sen buradaki tüm vahşi hayvanlardan daha tehlikelisin benim için!."
Yüzüme sabitlediği fenerden dolayı onu doğru düzgün seçemiyordum.
"Kes şunu!"
Sesimin oldukça tehditkâr çıkmasına dikkat etmiştim. "Işığı gözüme tutmayı bırak."
Bu durumu fark etmiş olacak ki ışığı yan tarafımdaki ağaca tuttu.
"İnan bana, sana zarar vermeyeceğim."
Lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun. Ona sakın inanma.
"Sen mi bana zarar vermeyeceksin?" dedim çatallaşmış ses tonumla. Tabii ya, işi bittikten sonra öldürüp bir kenara atacaktı.
"Sen gözü dönmüş bir katilsin, yerin akıl hastanesi."
Sözlerimden alınmış gibi başını yere eğdi.
Bu oyunlara sakın gelme!
"Seni anlıyorum ama beni dinlemelisin..."
"Hayır, seni asla dinlemeyeceğim!" diyerek sözünü kestim. Hızla ayağa kalkıp koşmaya başladım. Nereye kadar koşabilecektim ki? Çağlayan da peşimden geliyordu.
"Miray, fazla uzaklaşma. Birazdan fırtına başlayacak. İnan bana bu soğukta yağmur altında kalmak istemezsin," dedi titrek bir şekilde.
"En azından fırtına senden daha güvenlidir," dedim sert bir şekilde. Nefesim tekrar hızlanmıştı.
"Bu karanlıkta fazla uzaklaşamazsın, soğuktan bitkin bir şekilde yığılıp kalırsın. Sonra aç hayvanlara yem olursun. Egemenin başına gelenleri gördün."
Sesi ilginç bir şekilde hem güvenilir, hem de korkutucuydu. Hızımı biraz kesip düşünmeye karar verdim. Eğer gidersem her halükarda öldürülecektim. En azından özgür bir şekilde ölecektim, koşmaya devam.

KÜLLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin