Gece karasıydı düşlerim, içine dünyaları sığdırmak o kadar kolaydı ki. Hayaller bu düşlerde hayat bulurdu ve gerçek üstü bir varlığa dönüşü verirlerdi. İşte kimi zaman buydu rüyalarımı bu kadar gerçekçi kılan, ölümü bu kadar net gösteren...
Acılar ve hüzün ete kemiğe bürünerek karşıma çıkardı. Evet, düşlerimde mutluluğa yer yoktu, mutluluk uzak ve ulaşılamayacak bir hayattı benim için. Gem vurmuştum tüm mutluluk kapılarıma ve onları sonsuza dek mühürlemiştim.
Ebedi gibiydi hüzün, kendisine çektikçe derinleşen, derinleştikçe koyulaşan bir dehliz gibiydi. Bir kere battınmı, o sonsuza dek uzanan kuyudan çıkman çok zordu, hatta imkansız gibi bir şeydi. Kül rengi hayallere dalarken ben, içimdeki volkan patlamak üzereydi. Fokur fokur kaynayan lavlarım bir gün beni ve tüm dünyayı yakacaktı. Bunu kimse durduramayacaktı oysa.Hava kararana kadar ben ve Çağlayan kampta yalnız başımızaydık. Pek fazla konuşmamıştık, bizim dilimizde kelimelerin yeri yoktu, gözlerimiz her şeyi anlatıyordu. Bir ara gerçekten endişelenmeye başlamıştım ve tam kalkıp onları arayacakken çıkıp gelmişlerdi. Hepsinin yüzü gülüyordu, bu saate kadar ne yapmışlardı öyle?
Yalnız olduğu bir zaman Damlayı çekip konuşmaya başlayacaktım ki, ben konuşmadan o anlatmaya başladı.
"Ah Miray, bunu kaçırmak istemezdin. Ben ve Yetkin ormanın derinliklerine kadar kol kola yürüdük. Harikaydı. "
Bir ara durum derin bir nefes aldı.
"Bizi küçük bir şelaleye kadar götürdü. Biliyormusun daha önce buraya gelmişler ve o yükseklikten suya atlıyorlarmış. Bu çok heyecanlı öyle değimi?"
"Daha önce gelmişlermi?" diye sordum.
"Evet, üçü daha önce de gelmişler.
Yetkinle öpüştük Miray, bu harikaydı."
Acayip derecede mutluydu, bu kıza ne olmuştu böyle?
"Onunla öpüştünmü? Tanrı aşkına Damla, onu daha tanımıyorsun," dedim. Bu kadar hızlı davranacağını tahmin edemiyordum.
"Evet, onunla öpüştüm ve pişman değilim. Birbirimizi tanımaya başlıyoruz sanırım."
Anlamsızca yüzüne baktım, bu ifadem gerçektende anlamsızdı.
"Dinle, daha ileri gidecektik anlarsın ya. Ama ben izin vermedim. İleride iyi bir ilişkin olacaksa kendini ağırdan satman lazım."
Bu sefer şoka girmiş bir şekilde Damlaya bakıyordum.
"Bu ileri gitmemiş halinizmi? Onunla öpüştün, Damla. Ve biz onları daha tanımıyoruz."
"Bu kadar şüpheci olma Miray, sadece zararsız bir öpücük."
Ya ne demezsin, eğer birkaç gün daha beklerseniz bu zararsız öpücük daha başka yerlere kadar uzanabilirdi. Olumsuz anlamında başımı salladım. Bazen ciddi bir şekilde Damla ile arkadaşlığımızı tartışıyordum. İkimiz iki zıt karekterde kişiliklerdik. O daha çok deli dolu ve risk almayı seven bir kızdı. Ben kendi kabuğuna çekilmiş, şüpheci ve psikolojik sorunları olan biriydim.
"Bu saate kadar ne yaptınız? Öpüşürken kendinizden geçip zamanım nasıl geçtiğini unuttuk demeyin."
Yüzünü buruşturup gülümseyen yüzüme baktı. Ne? Bu komikti ama.
"Hayır, bize daha önce gezdiği yerleri gösterdi. Biliyormusun bir kaç kilometre ötede boş ve oldukça konforlu bir kulübe vardı. En azından ışığı olması bu gibi yerde konfor sayılır öyle değilmi?"
Kulübemi? Konformu?
"O kulübenin içine girdinizmi?"
"Ah tabiiki de girdik. Ama içini rahatlatacaksa söyleyeyim: bir şey yapmadık."
Biraz düşünüp yüzüne baktım.
"Kulübe kilitli değilmiydi?"
"Bilmiyorum Miray, kolayca açıldı ve içeri girdik."
"Bilmiyorum Damla, bence onların..."
"Böyle fısıltılı bir şekilde ne konuşuyorsunuz?"
diyerek sözümü yarıda bırakmıştı Yetkin. Boş bir ifadeyle gülümseyen yüzüne baktım.
"Ona bugün neler kaçırdığını anlatıyordum," dedi Damla Yetkine gülümseyerek.
"Ah evet, çok şey kaçırdı," diyerek Damlayı onayladı Yetkin. Bu arada sağ elini Damlanın beline dolamıştı bile.
Burada farklı şeyler oluyordu ve ben bu durumdan korkmaya başlamıştım bile. umarım sadece kuruntu yapıyorumdur. Bir sorun vardı ama ben anlayamıyordum. Omuzlarımı silkip kamp ateşine doğru yürüdüm. Nehir ve Egemen yan yana oturmuşlardı. Geçip karşılarına oturdum, sanırım benim gelmemle rahatları bozulmuş gibiydi. Nehirin yüzündeki ifade tam olarak nefret doluydu.
"Merhaba, Miray." diyerek bana gülümsedi Egemen. Hiç değilse o gülümseyebiliyordu.
"Merhaba," dedim kısaca.
"Söylesene Miray, Bursada ilgilendiğin bir erkek varmı?" diye sordu Egemen.
Bu soruya hiç hazırlıklı değildim aslında. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde Egemene baktım. Nehir'in yüzünde de şeytani bir gülümseme yeralıyordu. Olumsuz anlamda başımı salladım.
"Senin kadar güzel bir kızı nasıl boş bırakırlar ki?"
Bu sefer kızarmıştım. Başımı eğip ayaklarıma baktım.
"Belki unutamadığı biri vardır," dedi Nehir şeytanice gülümserken.
kafamı yerden kaldırıp ölümcül bir bakış attım Nehire.
"Unutamadığım hiç kimse yok," dedim sinirle.
"Ah tabi, sen kimseyi değil, ihaneti unutamıyorsun," diyerek cevap verdi alayla. Bu son noktaydı. Ben bu kadar dayanamazdım.
Sinirle ayağa kalktım, onu buna pişman edecektim.
"Seni küçük Orospu, şimdi sana yaşatacaklarımı asla unutamayacaksın," diyerek kendisine doğru yürüdüm. Nehir de ayağa kalkmıştı ve az bir mesafe sonra ellerim saçlarında olacaktı ki, Egemen önüme geçti.
"ÇEKİL!"
Oldukça sinirliydim, onu kimse ellerimden alamazdı.
"Sakin ol Miray," dedi Egemen.
Hayır, bu kadar sabretmiştim ama şimdi patlayan bir volkan gibiydim. Şimdi Lavlarım Nehiri yakacaktı.
"Sinirlerine hakim ol Miray, buna değmez."
Bu lafları üzerine Egemenin suratına baktım. O Nehire değer vermiyormuydu? Bana gülümseyerek göz kırptı bana.
"Tamam ya, bu kadar büyütmeye gerek yok," diyerek konuştu Nehir Egemen'in ardından.
Sinirim yerle bir olmuştu. Gözlerimi devirip hızla çadırıma doğru yürümeye başladım.
Damla neredeydi? İhtiyacım olduğu zaman ortalarda gözükmezdi. Fermuarı açıp içeri girdim. Başımı ellerim arasına alarak ayaklarımı karnıma çektim.
Hayır ağlamayacaktım, o değersiz için asla ama asla ağlamayacaktım.
Egemen Nehirle gönülmü eğlendiriyordu acaba? Bana neden öyle demişti? Buna değmez. Nehir tüm olanları hakediyordu. Biraz da o acı çeksin, hatta bunlar bile az olurdu ona.
Acı çekmek o kadar kolay bir şey değildi. Kalbin paramparça olduğunda ve hayallerin yerinden sökülüp başına yıkıldığında anlarsın ki hayat bir daha asla eskisi gibi olamazdı. O an ölüm o kadar sevimli gelir ki. Ama cesaret edemezsin ölmeye, hayat her şeye rağmen yaşanılacak kadar güzeldi. Tabi güzelliklerini görene. Belki de sadece ölümden korktuğumuz içindir bu hayata böyle sımkısı sarılmamız.
Bir de benim gibi arafta olanlar vardı, iki dünyadan da nefret ederdiniz aslında. Araf bizi en iyi şekilde anlatan kelimeydi."Miray, uyan. Miray."
Damlanın ısrarcı sesi sonucu gözlerimi kırpıştırarak uyandım. Ne ara uyumuştum ki ben?
"Şükürler olsun, bir ara uyanamayacaksı sandım," dedi Damla gülümseyerek.
"İçim geçmiş."
"Ah tabi, her zaman içimiz geçer. Hem anlatsana sen, Nehirle neler yapmışsınız öyle?"
Birkaç saniye durup Damlanın gülümseyen yüzüne baktım.
"Sana beni kışkırtığı takdir de kendimi tutamayacağımı söylemiştim. Egemen engel olmasaydı çok kötü şeyler olacaktı," dedim sinirle.
"Ah Miray, seni anlıyorum ama kendine hakim olmalısın."
"Hayır Damla, o bir defa daha bunu yaparsa kimse beni tutamaz. Onu buna pişman ederim."
"Bunu kesinlikle yaparsın ve o da bir daha böyle bir şey yapmayacak. Sanırım senden korkmuş," dedi bana göz kırparak.
"Hadi, gidip bir şeyer pişirelim. Açlıktan ölüyorum."
İkimizde çadırdan çıkıp ateşe doğru yürümeye başadık. Yağmur hâlâ yavaş yavaş yağıyordu. Neyse ki Nehir ortalıkta yoktu. Onu şimdilik görmek istemiyordum."Ne yapıyoruz?" diye sordum Damlaya bakarak.
"Bilmem, gidip neler var bir bakmalıyız," dedi.
"Tamam, yiyecekler nerede?"
"Hmm, sanırım bilmiyorum," dedi dudağını büzerek.
"O zaman gidip Yetkine soruyorsun," dedim gülümseyerek.
"Bekle beni burada, hemen geliyorum. Onları aşçılığımızla büyülememiz lazım. Hamarat kızlar iş başında."
Ben onum sözlerine gülerken o, Yetkinin çadırına gitmişti bile.
Biraz sonra Yetkin ve Damla yanımdaydı.
"Miray, bir sorunumuz var. Yiyecekler yok. Sadece konserve var." dedi Damla yüzüme bakarak.
"Nasıl yok?" dedim.
"Bunları Erkeklerin halledeceğini söylememişmiydin?"
"Tamamen unutmuşuz Miray, aklımızdan çıkmış," dedi Yetkin üzgün görünmeye çalışarak.
"Ne yapacağız şimdi? Ben konserve yemem," diyerek araya girdi Damla.
"Arabalarınız nerede?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
"Hmm Şey, pek uzakta değil. Buradan birkaç metre ötede açık bir alanda." dedi kafasını kaşırken.
"Yarın gidip bir şeyler alırız."
Bu hiç normal değildi, her şeyi almışlardı ama yiyecek bir şey yoktu ortalıkta.
"Konserveler nerede," diye sordum.
"Sanırım ateşin yanındaki sepette olması lazım," dedi ateşi işaret ederek.
Kendisi tekrar çadırına dönerken Damlayla birlikte kamp ateşine doğru yürüdük.
Sepette birkaç tane konserveden başka bir şey yoktu. Şaşkınlıkla sepete baktım.
"Sence bu ilginç değilmi? Sanki buraya bir iki gün yetecek kadar yiyecek almışlar gibi. Bu şey gibi...
Biraz aceleye getirilmiş gibi."
"Hayır Mira, sadece bunları düşünememişler. Erkekleri bilirsin işte, ne zaman bir işi tam yapmışlar ki," diyerek cevap verdi Damla.
Umarım öyledir. Lakin ben giderek bir şeylerden şüpheleniyor gibiydim.
Tüm düşüncelerimi bir kenara itip konservelerden birini alıp açtım. Bunları ısıtmamız gerekiyordu.
Genişçe bir kaba birkaç konserve boşaltıp ısıtmaya başladık. Bu günlük konservelerle idare edecektik.
On dakikaya kadar yemek hazır hale gelmişti, daha doğrusu hazır bir yiyecek daha ne kadar geç hazır hale getirilebilirdi ki?
Yemekten sonra Damla ve Nehir geç saate kadar oturacaklarını söylemişlerdi ama benim o kadar çok bekleyecek halim yoktu. Bu gün oldukça yorgundum. Yerimden kalkıp çadırıma geçtim. Uyku tulumuma girdiğimde dahi bu günkü olaylar aklımda dört dönüyorlardı. Acaba biraz fazlamı şüpheciydim?
Gözlerim yorgunluktan kapanıncaya kadar bu tür şeyleri düşünüp durdum. En sonunda dünyam karardı ve ben yeni bir Kül rengi düşün derinliklerine yollandım. Bu seferki düşler kan rengiydi. Küller kana bulanmış usul usul yağıyordu gök yüzünden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLLER
Mystery / ThrillerGizem/Gerilim #3 Bir masal anlatıldı. Acı dolu, hüzün kokan bir havayla. Acı çeken güzel bir kızın gölgeli hayatıydı baştan sona olanlar... Bu masalda mutluluk yoktu. Bir vardı lâkin sonrası yoktu. Olmayacaktı. Kız bir hiç olarak kalacaktı. Sonra...