Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum. İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal.
[Cezmi Ersöz]
***
Korkusuz kadınlar okulu olsa, iki gözüm. Kızlarımızı göndersek. Dünyayı devirebileceğini öğrense kızlarımız. Öyle kızlarımız olsa, korkusuz kızlarımız. Biz artık korkusuz kızlar doğursak. Çoğalsak.
Harflerin üzerinde dolanan bakışlarını duyduğu ayak sesleriyle birlikte Carmita'nın girişine kaldırdı. Neslihan'la göz göze geldiğinde tek bir dalga dahi barındırmayan yüzü – ki durgun suların özetiydi, Selim'in yüzü – ince bir gülüşle kıyılarında kıpırdandı. Neslihan'ın ise, onun aksine gülüşü yüzünde ışıltılı sular gibi hareleniyordu. Kadının aralarındaki mesafeyi azaltan her adımında geriden yüksele yüksele gelen dev bir dalganın içinde kaybolmaya başladığını hissediyordu. Sonunda Neslihan barın önüne ulaştığında dudaklarını saran gülüşün titrediğini fark ederek kirpiklerini eğdi. "Hoş geldin."
"Hoş buldum." Neslihan'ın, dudaklarına tam uyan bir kafiye gibi genişleyen gülüşü hala tastamam, hala sapasağlam duruyordu. "Nasılsın?"
"İyi," diyerek ceplerine sıkıştırdığı elleriyle omuz silkti Selim.
Kendine çektiği omuzları gövdesini küçültmek yerine olduğundan daha heybetli görünmesine neden olmuştu. Neslihan adamın bu halini iyi yürekli, dev, masal kahramanlarına benzetmekten kendini alamıyordu. Belki, elini uzatıp bakmaya cesaret etse, Neslihan bunun için gerekli cesareti bir yerden bulup buluşturup edinebilse, göğsündeki oyuğa biriken kanın – adamın kalbinin – yakut güllere yaprak giydirdiğini görecekti. Kim bilir? Bir masalın için dahi Neslihan, onu alıp Anka kuşlarının kanadına takan inci güzelliğiyle, yedi iklim diyardan renk devşiren ela gözleriyle, bir yanını hep çocuk, hep kırık, hep hüzün bırakan kimsesizliğiyle, Neslihan Selim'in yanına düşemez miydi?
Adamın "Ne içersin?" diyen sesiyle düşünmeye bir son vererek bakışlarını daldığı yerden kaldırdı.
Zaman kazanmak istercesine gülümseyerek başını zarif bir hareketle öne eğdi. Sırça kanatlarını içine çekmiş, gümüş renkli, ela gözlü bir masal perisine benziyordu, gerçekten. Selim gerçekliğin en keskin ayazlarıyla nasır tutan kalbinin titrediğini hissetti. Aynı anda Neslihan'ın yerden kaldırdığı gözleri gözlerini bulduğunda içine esaslı bir soluk çekti. Kadın, gözleriyle ölüm fermanını yazabilirdi. Ömründe bu kadar çok rengi iç içe görmemişti ama yine de Neslihan'ın onun yaralı, yorgun kalbine merhamet etmesini ummaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Kadının gözlerinin mekanın içinde gezindiğini fark ederek dikkatle ne diyeceğini beklemeye başladı. "Bugün bana eşlik edemezsin sanırım," diye mırıldandı sonunda Neslihan. "Değil mi?"
"Nasıl?"
"Carmita bugün açık," diye mırıldanırken gözlerini yeniden mekanın içinde gezdirdi Neslihan. "Üstelik daha hava kararmadan içmeye başlamanı istemem."
"Senin için bir şeyler ayarlayabilirim." Carmita'nın mutfağındaki olasılıkları düşünürken çok açılmaması gerektiğine karar vererek "Çay mı, kahve mi?" diye sordu.
Neslihan hevesle irileştirdiği gözleriyle Selim'e bakarken omuzlarını heyecanla kaldırarak, oyunbaz bir sesle "Fal bakacaksan kahve!" diye yanıt verdi.
"Neslihan..."
O anda, ne kadın gözlerinin rengini belirginleştiren bir heyecanla Selim'e baktığında ne de adam şaşkınca başını omzuna doğru eğdiğinde, tam olarak o anda, Selim kısık ve kulağa fazlasıyla karizmatik gelen sesiyle kadının üç heceli ismini söylediğinde zaman yoğunlaşarak bir sis bulutu gibi etraflarında sardı. Adam, kadının ismini ilk kez söylüyordu. Ağzına bu kadar yakışacağını bilse, kıyamete kadar söylemezdi. Neslihan öyle güzeldi ki tutulmamak imkansızdı. Selim toparlanarak barın arkasına geçtiğinde Neslihan kalbinin yerimde olup olmadığını yoklamak istercesine elini göğsüne bastırdı. Sanki adamın ağzından çıkan her bir harfle kalbinin yüzünde derin bir çatlak açılmış, isminin sonunda zavallı kalbi tuzla buz olmuştu. Neslihan, adının bu kadar uzun olduğunu ilk kez fark etmiş gibiydi. Geri döndüğünde elindeki çay bardağını bar tezgahının üzerine bırakan adama yarım yamalak bir gülüşle karşılık verdi bu sefer.
"Teşekkür ederim."
Selim başını sallayarak karşılık verirken kısa bir sessizliğin ardından aralarındaki durumu iyice tuhaflaştırmamak adına "Röportaj işi ne oldu?" diye sordu.
Neslihan tatlı bir umursamazlıkla, omuzlarına dökülen saçlarına aldırmadan – ki Selim burnuna dolan hanımeli kokusu nedeniyle kızın saçlarıyla daha ondan çok ilgileniyor dahi olabilirdi – yerinde kıpırdanarak cevap verdi. "Yalan oldu."
"Nasıl?"
"Nevzat Bey..." Selim'in kaslarının merakla havalandığını fark ederek açıklamak istercesine devam etti. "Yani yazı işleri müdürü duruma müdahale etti. Editörün işi mi bu deyince..."
"Sevindim." Neslihan'ın gülümseyen yüzünden uzaklaştırmak istediği bakışlarını önüne eğince kadın gelmeden önce okuduğu ajandayı fark etti. Neslihan'ın geçen gelişinde unuttuğu ajandayı bulduğunda kime ait olduğunu anlayabilmek için sayfalara bakınmış, ona ait olduğunu fark ettiğinde de karşı koyamadığı, kendine dahi izah etmekte zorlandığı derin bir ihtiyaçla uzun uzun incelemişti. Bazı sayfalarda, kadının düzgün bir el yazısıyla yaptığı alıntılar vardı. Diğer sayfalarına ise işle ilgili notlar düşüldüğünü fark ettiğinde Neslihan'ı arayarak – sonuçta ajandası elindeydi – durumdan onu da haberdar etmişti. Kadın da iş çıkışı yanına uğrayacağını söyleyerek telefonu kapatmıştı ve şimdi de karşısında sessizce çayını yudumlamaya devam ediyordu. Aklından geçen düşüncelerle ajandayı Neslihan'a uzatarak gülümsedi. "Unutmadan ajandanı vereyim."
Kadın zarif bir gülüşle teşekkür ederek ajandayı aldığında aklına yeni gelmiş gibi kaşlarını çattı. "Okudun mu?"
Selim benliğini akıl almaz bir hızla hükmü altına alan telaşa engel olamadan "Şey, ben..." diyerek araya girdi. Boğazındaki düğümü çözmek istercesine sıkıntıyla yutkunarak bakışlarını kaçırırken ne diyeceğini bilemeden iç çekti. Okumuştu. Evet, her bir satırı, varlığı buna bağlıymış gibi derin bir merakla okumuştu ama bunu nasıl izah edeceğini bilemiyordu. Bildiği kelimeler yeterli değildi. "Kime ait olduğuna bakmak için... Yani, önemli bir şeyse belki diye..."
Neslihan dişlerini sıkıca birbirine bastırarak gergin dudaklarını açmadan, söylediklerinin doğruluğunu ölçmek istercesine kaşlarını havalandırdı. "Okumadım yani, öyle mi?"
"Okudum. Neslihan..."
Adamın başını öne eğerek kısık sesle söylediği tek kelimelik cümleyi işittiğinde "İyi yapmışsın," diye araya girdi Neslihan. Çatık kaşlarını düzelterek yüzündeki öfkeli ifadenin kaybolmasını sağladığında saçlarını savurarak neşeyle gülümsedi. Adama ajandasını okudu diye kıracak değildi. Aksine, Selim'in ona ait bir şeyleri meral etmesi hoşuna bile gitmişti. "Beğendin mi bari okuduklarını?"
Selim neler olup bittiğini anlamak istercesine kıstığı gözleriyle kadına baktı. "Kızmadın mı şimdi?" Ardından Neslihan'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden devam etti. "Özür dilerim. Okumamam gerekirdi."
Neslihan ışıl ışıl gözleriyle adama bakarken "Kendini bu kadar affettirmek istiyorsan Selim'ciğim," diyerek gülümsedi. "Derginin kuruluş partisine benimle gelirsin, olur biter." Adamın itiraz etmek istercesine ismini mırıldandığını duyunca meydan okuyan bir ifadeyle bakışlarını ondan tarafa çevirdi. "Başka türlü mümkünatı yok, affetmem seni. Yüzbaşı..."
"Pekala, Nesil." Yeniden göz göze geldiklerinde kadının ela gözlerinin birkaç ton koyulaşarak kıvamlandığını fark edince gülümsemeden edemedi. "Öyle yapalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
Roman d'amourGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...