Kızıyordum, artık kızmıyorum. Bir şey oldu epey önce, kimsenin beni öldüremeyeceğini fark ettim. Affedilmeyecek ihanetlere tanık oldum. Affetmeyeceğim. Affetmenin, ne büyük uyum isteği ve palavra olduğunu fark ettim. Çok uyumsuzmuşum. Azıcık uyuyayım diye ne fedakarlıklar yaptım. Geçmiş olsun, affetmiyorum, etmeyeceğim de. Korku kendi cehenneminde debelensin, benim cehennemim başka.
[Umay Umay]
***
Hastanenin merdivenlerinde oturmaya devam ederek başını ellerinin arasına aldı. Lale'yle konuştuktan sonra olabilecek en hızlı şekilde Ankara'ya yola çıkmış, hiç eve gitmeden babasının kaldırıldığı hastaneye gelmişti ama içeri giremiyordu. Babası, Kemal Bilgen, ondan kapılar, duvarlar, uzun bir koridor kadar uzaktaydı belki ama Dilara aralarındaki mesafeyi aşmaya yetecek gücü bulamıyordu. Onu adama yaklaştıracak tek bir adım dahi atmaya mecali yoktu. Çünkü Dilara yorulmuştu. Ruhu, rutubete dayanamayan çürük bir duvar gibi eprimişti. Annesi öldüğünde başının üstündeki çatıdan olmuştu, dört duvarı dayanaksız kalmıştı. Yıllarca umut etmekten yorgun düşmüştü. Babasının gidişleri, dönüşleri, sonra yeniden gidişleri, hiçbir şey olmamış gibi gelişleri, her seferinde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair duyduğu çocuksu inanç; adamın her gidişinin son olduğuna kendini ikna etmek için gösterdiği çaba, bir zamandan sonra babasının bu davranışlarını alışkanlık haline getirdiğini kanıksadığı tüm o yıllar boyunca ruhunda derin yaralar açılmıştı.
Hiçbir şeyin çare olamayacağı yaralar... Dilara'nın, kangren gibi ruhunun bir yarısını tutan yaralar... Kadının paslı bir usturayla varlığını ikiye böler gibi budayıp kendinden ayırdığı yaralar... Ruhunda hala derin derin sızlayan o boşlukları doğuran yaralar...
Sonra, karakterinin yapıtaşlarını yerinden oynatacak kadar uzun bir sürenin sonunda yani, gerçekleri kabullendi Dilara. Çok zordu. Çok zordu ama babasının verdiği sözlerin koca bir yalan olduğunu kabul etti. O günden sonra kimseye söz vermedi, kimseden söz istemedi. İnsanlara duyduğu güven yerle bir oldu ve Dilara o enkazdan yeni bir kadın çıkardı. Yüzünün kirini, pasını, tozunu, dumanını gözyaşlarıyla yıkayarak kendine yeni bir benlik inşa etti. Tüm boşluklarını elleriyle ezber etti, hepsine bir bir tütün bastı. Kadının dizlerine üfleyecek bir annesi yoktu, yaraları böyle böyle köreldi. İnce ince dokudu zırhını, varlığını bir arada tutan bağlara tüm gücüyle asıldı. Bir daha sökülmemek için...
Babasının onları borç içinde, parasız pulsuz, bir başına bırakıp kaçıncı gidişiydi kim bilir. O gece uykuya dalmadan önce adam için nasılsa geri dönecek diye düşündüğü, buna alıştığını fark ettiği an büyüdü Dilara. Onu bugün olduğu kadına dönüştüren duvara ilk taşı o gün koydu.
Beyninin içinde derin bir uğultu halini alan sesleri susturmak istercesine sıkıca saçlarını avuçladı. Sesler öyle kalabalıktı ki hala iki elinin arasında duran kafasının içinde bir cenaze var gibiydi. Ağladığının farkında değildi. Omzuna dokunan elle irkilerek başını kaldırdı. Ağlamaktan şişmiş gözleri, ıslak yanakları, durmadan ısırdığı çatlak dudakları ve karışmış saçları ile korkunç görünüyordu. Lale'nin yanına oturduğunu ayırt ettiğinde hızla başını kadının göğsüne saklayarak derin bir hıçkırığı koyverdi. Sarsılan omuzlarında kadının tutuşunu hissettiğinde kendini tamamen bıraktı. İçinde tuttuğu ne varsa yıkandı gitti gözyaşlarıyla. Saatlerdir kendini sıktığı için ağrıyan başını kaldırarak iç çeke çeke "Abla," diye Lale'nin gözlerine baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
RomanceGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...