Biri birine aşık olsa keşke bugünlerde. Bir adam bir kadına bir söz verse. Kaçsalar. Tepetaklak olsa bir şeyler. İtalya'ya gitseler mesela. Sonra haberlerini alsak. İşler beklenmedik bir şekilde yolunda olsa... Hep birlikte yeniden, tüm kalbimizle inansak hayata. Olacak şey değil ya, neyse.
[Ece Temelkuran]
***
Topuklu ayakkabılarının boş mekanın içinde çıkardığı sesleri dinleyerek bir adım daha attı Neslihan. Mekan boştu. Şaşkınca çatılan kaşlarıyla etrafına temkinli bir bakış atarken ince parmakları sıkıca çantasını kavramıştı. Omuzlarını geriye iterek duruşunu düzeltirken gerginliğini hafifletmek istercesine derin bir nefes aldı. Günlerden pazartesi olmasına rağmen Carmita'nın neden boş olduğuna anlam verememişti. Adımlarını devam ettirerek barın önüne ulaştığında Selim'in sırtı dönük bir şekilde işleriyle uğraştığını fark etmesi, yüzünde hafif bir gülüşü harelendirdi. Ellerini barın üstüne bastırarak topuklu ayakkabılarının üzerinde yaylanırken "Kolay gelsin!" diye seslendi.
Kadının, havaya bir çiğ damlası gibi düşen sesi kulaklarına ulaştığında yüzünü çevirerek Neslihan'la göz göze geldi Selim. Kaşları gözle görülemeyecek kadar küçük bir kavisle havalanırken elinin altındaki işi bırakarak tüm bedeniyle Neslihan'a döndü. Parmaklarını cebine takarak durduğu yerde yaylanırken – böyle yaparak daha heybetli göründüğünü umursuyor gibi durmuyordu – gündelik haliyle küçük oğlan çocuklarına benzeyen mahçup bir gülüşle başını yere eğdi. "Hoş geldin."
Neslihan içinde kımıldayan belirsiz bir hisle, yeşil hareli ela gözlerini adamın üzerinde gezdirdi. Selim'in insanı çepeçevre saran, ağır bir havası vardı. Tüm kabuklarını tırnaklarıyla tek tek soymuş gibi... Dikenlerini birer birer gövdesinden ayırmış kuru dallara benziyordu. İnce bir hat boyunca çizilmiş düz çizgiler gibi insanın dengede durmak için çaba göstermesi gereken adamlardandı. Bir çift yara gibi taşıdığı kahverengi gözlerine bakılırsa, yüzünde tek bir pürüz dahi bulundurmayan ağaç kabuklarına benzetilmesinde hiçbir sakınca yoktu. Derin çatlaklarını doldurmanın bir yolunu bulmuş olmalıydı. Neslihan aralarındaki sessizliğin fazla uzadığına karar vererek bakışlarını Selim'in arkasında kalan bir noktaya sabitledi. "Hoş buldum." Ardından, geldiğinden beri bir yere yakıştıramadığı gözlerini yeniden Carmita'nın içinde gezdirdi. "Kapalısınız?"
Kadının elini zarif bir hareketle savurarak söylediği tek kelimelik cümleyi onaylayarak gülümsedi Selim. Başını eğince, teriyle ıslanan saçlarından uzun bir tutam da – Neslihan'ın anladığı kadarıyla adamın saçları kıvırcıktı – öne düştü. "Pazartesileri açmıyoruz."
"Pazartesi sendromuna bire birmiş."
"Sen de mi sevmiyorsun pazartesileri?"
Neslihan yüzünü memnuniyetsizce buruştururken tatlı bir tavırla omuz silkerek karşılık verdi. "Hiç sevmem."
Selim'in kadının yüzündeki sevimli ifadeye bakarak ne diyeceğini bilemeden sessizce geçirdiği saniyeler, Neslihan'ın dirseklerini bar tezgahına yaslayıp öne doğru eğilerek gülmeye başlamasıyla son buldu. Kadın öyle güzel gülüyordu ki Selim tam o anda, içi titreyerek kadının kıyılarına çekildiğini hissetti. Bunca kolay olması... Kaburgalarının altında düğüm olan tedirginliği geçirmek istercesine yutkunurken yüzünde durulan gülüşü bozmadan öne eğdiği gövdesini toparladı. Nereye koyacağını bilemediği ellerini acemice üzerine sürerken geriye doğru büyük bir adım attı. "Bir şey içer misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
Roman d'amourGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...