Tanrım biliyorum, senden çok şey istiyorum. Ve biliyorsun ki artık bir başkası yok. Ve biliyorsun ki kalbim yarılacak. Biliyorsun ki geceler uzamaya başladı. Biliyorsun ki yalnız hüznü vardır, kalbi olanın.
[Tarık Tufan]
***
Alnını bir kez daha sertçe duvara vurdu Giz.
Dilara içerideydi. Yoğun bakım ünitesinde... Saatlerce kesilip biçilen gövdesiyle... Doktorlar iç kanama demişlerdi. Olanca şiddetiyle iki yakasına birden yapışan ihtiyacın derinliğiyle sarsılan ruhunu, gövdesinde tutmakta öyle zorlanıyordu ki histeri nöbetine tutulmuş gibi durduğu yerde sallandığının farkında değildi. Yatıştırmakta zorlandığı bir şeyler – ki bir güve gibi ruhunu yiyip bitiriyordu – derisinin altında uykuya dalmış gibiydi. Yara bere içindeki parmaklarını, gövdesini bütün tutmak için elinden başka bir şey gelmiyormuş gibi sıkıca duvara bastırdı. Dizlerinin üzerindeydi. Onu elinden tutup kaldırabilecek tek kadın, orada olduğundan emin olmak için başını çaresizce vurmaya devam ettiği duvarın ardında, her şeyden habersiz uyuyordu. Yoğun bakım ünitesinde... Saatlerce kesilip biçilen gövdesiyle...
Dilara'yı ondan sadece bir duvar ayırıyordu -inanılır gibi değil.- Adam onun için, çok daha büyük tufanlardan geçip gelmişti, Dilara'nın bakışlarındaki yarayı iyileştirmek için. Gövdesindeki yağmurları dindirip, etini dağlayan çığlıkları susturup, kabuslarını uyutup gelmişti. Bir su gibi yatağında bu yaşına gelene kadar biriktirdiği ne varsa hepsiyle birlikte kadının kıyılarına vurmak, onunla dolup taşmak, kanıp karışmak için, sonunda... Kalbini göğsünde bir yara gibi, Dilara için saklamıştı. Giz, dizine yara olan çocukluğunu getirmişti kadına, beraberinde; üflesin, ruhuna düğüm olan her bir arazı; kanayan yanlarını iyi etsin diye. Zamanlar boyu yürütmüştü; hatta belki, zaman yaratılmadan evvel de. Onun için şimdi aralarındaki bu duvarın, kağıt kuleler kadar dahi hükmü yoktu. Ancak adam, onu kapıya ulaştıracak birkaç adımlık mesafeyi yürürken ömrümün tükenip yiteceğini düşünmeye başlamıştı.
Yalnızca bir duvar... Değil, diye düzeltti kendini içinden. Yalnızca bir duvar değildi. Kadının ciğerleri kanamıştı bir kere; kaburgaları kırılmış, sağ dizi çatlamıştı. Boynunda hafif bir zedelenme olduğunu da söylemişlerdi. Yüzündeki, Giz'in bir dua gibi tutunduğu ellerindeki, kollarındaki, gövdesindeki yaralar da cabasıydı. Aralarında yalnız bir duvar yoktu, hayır. Çok daha fazlası vardı; o kadar çok ki Dilara'yı apansız, ölüme yaklaştırmıştı.
Kadının canının çok yandığını düşünmeye katlanamıyordu. Ellerini başının arasına alarak gözünden akan yaşların tuzu yaralarına değerken canının acıdığını hissettiği sırada "Dilara," diye fısıldadı.
Adamın kısık sesi içinde öyle acı bir feryat taşıyordu ki arşa değse, kuşlar göç yollarını değiştirirdi. Yeryüzünün tüm suları tersten akar, tüm maviler solar, tüm taşlar devrilirdi. Giz şimdiye kadar yaşadıklarıyla ömründen payına düşen kederi aldığını, açık kalan tüm hesapları kapattığını sanıyordu. Oysa ne büyük yanılgıydı! Bundan önceki her şey; bütün o gitmeler, dönmeler, yüzleşmeler, göğsünde koca bir delik açılmasına neden olan gerçekler, yaralar, karalar, tüm o yalnızlıklar canını acıttıysa, hem de en derinden, en içinden, en onulmaz şekilde, bir tane daha kendinden yapmasına aman vermeyecek kadar paramparça, tuz buz, tarumar olmasına neden olacak kadar çok acıttıysa şimdi yaşadığı azabın adı neydi; cehennem miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
RomantikGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...