Onu, her şeyi terk ederek, her şeyi göze alarak, yaktığım gemilerde ben de yanarak, yıktıklarımın altında ben de kalarak sevdim. Hiçbir şeye akıl yetiremeyen çocukların berrak sevinciyle sevdim. Onu, ömrümün bundan sonrasına dair kuş gözü kadar bir ayrıntıyı dahi merak etmeyecek kadar mutlu olarak sevdim. Onu, gördüğüm o ile göremediğim o arasındaki uçurumları hesaba katmayarak sevdim.
[Nazan Bekiroğlu]
***
Giz evin, doğrudan salona açılan kapısını aralayarak içeri girdiğinde görmeyi beklediği manzara kesinlikle karşısındaki değildi. Dilara'nın, tek başına oturduğu üçlü koltukta için için ağladığını fark ederek çatık kaşlarla ona doğru yürümeye başladı. Aradaki birkaç adımlık, kısa mesafeyi kapattığında sesindeki tarazlanmayı kontrol altına alamayacak kadar telaşlı olduğundan "Dilara," diye seslendi.
Kadın ıslak kirpiklerinin iyiden iyiye irileştirdiği gözlerini kaldırarak Giz'e bakarken çaresizce susmaya devam etti. Sesini harflere giydirerek onlardan uzun cümleler yapabileceğine emin değildi. Sükutun kalesi, şimdilik en güvenilir sığınak gibi görünüyordu. Giz'in bir cevap beklemeden etrafına sardığı kollarının arasına yerleşirken burnunu, ruhunu titreten derin bir istekle onun boynuna dayayarak kokusunu içine çekti. Ciğerleri, daha önce tecrübe etmediği derin bir sızıyla genişleyip kabarırken sessizce ağlamayı sürdürdü Dilara. Kadının ürkek bir sokak serçesi gibi kollarının arasında titreyerek ağladığı dakikalar boyunca sessizce bekledi Giz. Dilara'nın gözyaşlarıyla ıslanan gömlek, değdikçe etinin dağlanır gibi olmasına sebebiyet verse de öylece durdu. Kollarını mümkün olduğunca sıkı sardı kadına. Saçlarının arasına küçük öpücükler kondurdu. Ellerini teskin etmek istercesine Dilara'nın sırtında gezdirerek onun ince, uzun kaburga kemiklerini yokladı.
Sonunda iç çekerek yüzünü geriye çektiğinde boğazındaki kurulukla başa çıkmayı umarak yutkundu Dilara. Giz'in çatık kaşlarına, gözlerinin etrafında beliren endişeli, ince çizgilere, adamın sıkıntıyla belirginleşen çene hattına suçunu kabullendiğini belli eden küçük kız çocuklarına özgü, kaçamak bir bakış attı. Yaptığı en büyük hatanın bu olduğunun da farkındaydı. Adamın, onun gözlerine tesadüf edemedikçe daha derin bir telaşa sürüklendiğini tahmin edebiliyordu. Giz'in sırtından çektiği ellerini, sessizce burnuna yasladı. "Özür dilerim," diye mırıldandı ağladığı için tonunu bulamayan, alacalı bir sesle. "Seni telaşlandırmak istememiştim. Yusuf..."
Giz, daha fazla devam etmesine izin vermeden ellerini nazikçe Dilara'nın boynuna yerleştirerek yüzlerini karşı karşıya getirdi. "Estás bien, mi cielo?"*İyi misin?
Dilara tüm gücüyle Giz'in ellerine tutunurken usulca başını salladı. "Estoy bien."*Iyiyim.
"Ama ağlıyordun." Çatık kaşları, alnındaki çizgilerin derin bir kederle görünür hale gelmesine neden olurken az önceki anları yeniden yaşıyormuş gibi etrafına baktı Giz. Dilara'yı öyle, mahzun bir çocuk gibi, kanatlarını içine çekmiş, ölü bir papatya gibi boyun bükmüş ağlarken gördüğünde kaburgalarına çarpan korku, yeniden şiddetle sarsılmasına neden olmuştu. Belli belirsiz titrediğini fark ederek oturduğu yerde toparlandı. Dilara'yı tutmak, onu sıkıca kavramak, göğsüne bastırıp avutmak için duyduğu istekle yanıp tutuşan ellerini, gövdesini sağlam ve dengede tutmak istercesine sıkıca birbirine kenetledi. Belirsiz bir nefesle "Canını sıkan bir şey mi oldu?" diye sordu mırıldanarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
Storie d'amoreGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...