Ah, dilim! Ben sana seviyorum deme demiştim.
Gidelim ne olur, kalmayı beceremiyoruz işte. Nedendir bu ısrar ve inat? Kalk gidelim, biz gitmeyi biliyoruz, çok güzel biliyoruz, en güzel biliyoruz. Yürü gidelim, kalınca dağlanıyoruz. Üstümüze yapışıyor bize ait olmayan suskunluklar. Duyuyor musun dilim, davran gidelim.
[Pelin Onay]
***
Saat sabahın beş kırk beşiydi.
Bir gram uyku uyumadığı için yanan gözlerini sıkıca yumarak başını ellerinin arasına aldı Dilara. Başına saplanan ağrının şiddeti, kafasının içinde keskin bir çınlamaya neden oluyordu. Gözünden akan yaşların tuzuyla yıkanan yüzü bir ayrılığın ertesine benziyordu. Öyle kederli, kırık ve yorgun... Giz olmadan nasıl nefes alınacağını unutmuş gibiydi. Yaşamaya devam etmesi için gereken ne varsa, adamın koynunda unutup gelmişti. Ruhuyla birlikte... Geriye, sırtına yük edindiği etinin ağırlığından başka bir şey yoktu. Tüm umutları, hayalleri, hevesleri; ruhundaki derin istek ve tutkuyla yaşamak için mücadeleyi hiç bırakmayan, coşkun bir ırmak gibi adamın kıyılarını döven benliğinden kuru bir yatak kalmıştı.
Saçları kırılmış, gövdesi ufalıp küçücük kalmış, derin bakan kahverengi gözlerindeki her bir mana kabuğuna çekilmişti.
Dilara, Giz'de kalmıştı. Her köşesini ele geçiren adamdan kalan boşluk, derin bir ağrıyla varlığını belli ediyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi başı Giz'in göğsünde saklı olabilirdi hala. Belki... Kollarının arasında güvenle rüyalara dalmış olamaz mıydı? Mesela... Adamın, tenine çarpan ılık nefesinde dinleniyor olsaydı, ne çıkardı? Şimdi... Kalbinde kararan bir noktanın sızıyla nefessiz kaldı. Hepsi geçmişti, yoktu, bir daha olmayacaktı. Giz'den ayrılmış olduğu gerçeği tüm keskinliğiyle göğsünü ikiye böldü. Ruhunu esir alan isteğin şiddetiyle titreyerek adamın güzelliğini izleyemeyecekti bir daha. Kadife bir karanfil gibi dönerek göğsünde büyüyen gülüşe yankı olamayacaktı. Bir çift yara gibi derinleşen gözlerini yakasında bir çiçek gibi taşıyamayacaktı.
Günün sonunda gidecek bir yeri yoktu artık. Adamın ellerinin arasında yeniden şekil verdiği ruhu, gövdesinden firar etmişti. Tüm serseriliğiyle karşısına geçip korkularına gölge olacak kimsesi kalmamıştı. Giz yoksa eğer Dilara yeryüzünde sığınabileceği bir kaya kovuğuna dahi sahip değildi. Şu dünyada kaç adamın, sevdiği kadına bakarken Giz gibi içi titriyordu ki? Göz göze geldikleri her an Dilara, adamın kalbinin cılız bir mum alevi gibi titrediğini hissediyordu. Kadın işte bunu kaybetmişti. Tüm gülümsemelerini, onun gülüşüne ipotek eden adamı kaybetmişti içi kan ağlayarak. Başka çaresi yoktu; varsa bile Dilara, Giz'i korumaya o kadar odaklanmıştı ki Özgür'ün isteklerini yerine getirmekten başka bir yol bulamıyordu.
"Dilara..."
Giz'in sesi içinde bir yerlerde derince yankılanırken başını çevirip Afşin'e baktı. Nereye gideceğini bilememiş, yollarda boş boş dolandığı dakikaların sonunda kendini burada bulmuştu. Evine gitmek, Neslihan'a açıklama yapmak zor gelmişti. "Afşin," diye fısıldadı bütünüyle acıdan dokunmuş sesiyle. "Canım yanıyor."
Adam bir şey demeden kadını nazikçe göğsüne çekip sarıldı. Kalbinin üzerinde kuş kadar kalmıştı. Saçlarını okşamaya devam ederek "Dilara," diye tekrar etti. "Başka bir yolu olmalı. Özgür'e boyun eğerek yanlış yapıyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
RomansaGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...