İki hayat verseler bize ne kolay olacaktı. Var olmak bu kadar dayanılmaz ağır olmayacaktı. Birini işimizle gücümüzle emniyet içinde geçirecektik belki. Diğerini "Ah minel hayat"ta bırakacaktık. Sonuna kadar savrulmak üzere, yaprak yaprak rüzgara verecektik ikincisini. Şimdi elimizdeki tek bir hayatla olmuyor bu iş. Çünkü 'kalbinin götürdüğü yer'e gitmelerin bir de dönmeleri oluyor kös kös.
[Ece Temelkuran]
***
Sen de istemedin mi?
Adamın sorusu cevapsız girdiği yedinci saatin içindeydi ki kapının sesiyle bakışlarını kaldırdı Dilara. Bu saatte böyle pervasızca kapısına kimin dayanabileceğini düşünürken sadece bir kez çalan zil adımlarını kapıya yönlendirmesine neden oldu. Bir kale kapısı gibi tekrar tekrar kilitlenmiş kapının önüne geldiğinde gardını almak istercesine tokmağı kavrarken gözünü dürbünü dayadı. Görmeyi beklediği yüz... Giz olduğunu daha ilk andan beri biliyordu lakin bu, Yusuf Giz Üstünel'i bilme hali, aklının askerlerini sıraya dizerek yaptığı bir şey değildi. Adama dair her bilgi, her ayrıntı, adamın her hali bir etiket gibi ruhuna işlenmişti sanki. Giz – ki Dilara bunu da yeni fark ediyordu – kadının ruhunun kullanma kılavuzu gibiydi. Elinden gelse, adamın gözlerinin içine bakıp bir su yolu gibi ince ince sana akan bu ruh, hor kullanıldı demek isterdi; sen iyi sakla. Lakin daha gözlerine bile doğrudan bakamıyordu Giz'in. Dilara'nın yanmaya kabiliyeti bir avuç su kadardı – ki kadının tutuşmaya yetecek kadar saçı bile yoktu – lakin kanmak, karışmak... Bundan iyi yaptığı bir şey yoktu. Aklından geçenlerle irkilerek derin bir nefes alırken yeniden dürbünden görünen adama dikkat kesildi.
Eli yeniden çalmadığı zilin üzerinde beklemeye devam ederken, başını da kapıya yaslamıştı.
Titreyen parmaklarıyla kavrayarak kilidin üzerindeki anahtarı üç kez çevirdi. Anın gerçekliğinden emin olmak istercesine kapının soğuk yüzeyi boyunca gezdirdiği parmakları bir üstteki kilidin üzerinde durdu. Onu da üç kez çevirdi. En son yukarıdaki mandalı da çevirdiğinde tüm varlığı buna bağlıymış gibi boşta kalan eliyle asılarak kapının kolunu aşağı indirdi. Kapı aralandı ve önünde bir dağ gibi – doğrusu dumanı tüten bir yanardağ olurdu – yükselen adamla karşı karşıya kaldı. Aralarındaki sessizliğin çekilmez kıldığı birkaç dakikanın ardından Giz davet edilmeyi beklemeden içeri girmek için bir adım atmaya yeltendiğinde kapının önünden çekilmeyi ancak akıl edebildi Dilara.
Karşı karşıya oturduklarında bakışlarının adamın üzerinde gezinmesine izin verdiği ilk birkaç saniyenin sonunda "Giz," diyerek sessizliğe son verdi. "Bir şey mi oldu?"
"Set bitince eve gitmeye karar vermiştim aslında." Başını kaldırıp kadına baktı. "Ama seni görmeden uyumak istemedim. Konuşmamız lazım." Kaşlarını yorgunca havalandırarak uykulu gözlerini kırpıştırdı. Sessizce iç çekerken "Ama çok uykum var," diye mırıldandı.
Dilara adamın ağırlaşmış göz kapaklarına, uykusuzluğun da etkisiyle küçülmüş gözlerine, yorgun yüzüne; kısacası adamın uçları kıvrılmış eski bir kağıt gibi duran yıpranmış görüntüsüne bakarak sessizce nefes aldı. Kapılıp gitmek öyle kolaydı ki, rüzgarında savrulmak, sularına karışmak; adamın derinliğine çekilmek, yollarında kaybolmak, Yusuf Giz Üstünel'in uçurumlarından savrulmak öyle kolaydı ki bu kadarı Dilara'yı korkutuyordu. Yine de bir kez, merhameti adam için bir lütufmuş gibi davranmamaya karar vermişti. Titreten kirpiklerinin arasından bakışlarını Giz'e kaldırırken saçlarını kulağının arkasına atarak "Koltukta uyumak bozar mı seni?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
RomanceGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...