İkiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım.
Bir yanım öbür yanıma düşman.
Sağımda kızgın kumlar gezdirdim,
Solum üşüyor eski bir anıdan.[Birhan Keskin]
***
Kafeden içeri girdiğinde bir an için sekteye uğrayan adımları pencere kenarındaki masalardan birinde oturan Zeynep'i fark ettiğinde tekrar eski ritmini buldu. Mekanı dolduran insanların arasından geçerek genç kızın oturduğu masaya ulaştığında hızlıca etrafına bakarak Giz'i doğrudan görebileceği sandalyelerden birine oturdu. "Hoş geldin, Dilara abla."
Merakla etrafa gezinen bakışlarını hemen hemen Gülnihal'le aynı yaşta olan kıza çevirerek gülümsedi. "Giz nerde?"
Zeynep başıyla kafenin bahçesini gösterdi. "Sigara içiyor."
Dilara bakışlarını pencereden görünen bahçeye çevirirken oturduğu yerde büsbütün kalabilmek için büyük bir çaba harcayarak esmer ellerini masaya bastırdı. Ondan yalnızca birkaç adım ötede durduğunu fark ettiği adamın, sigarasından çektiği nefes olanca dumanıyla kendi ciğerlerine dolmuş gibi zorlukla yutkunurken kirpiklerinde insafsız bir dalgalanma hissetti. Tüm benliği, anlam veremediği yakıcı bir his tarafından ablukaya alınırken adamın gözleri, namluya sürülmüş bir çift kurşun gibi gözlerini buldu. Giz'in varlığını fark ederek ağzındaki sigarayla hafifçe havalanan kaşları, esen rüzgarı dahi ürkütmeden yavaşça geriye attığı başı nedeniyle muazzam bir kavisle kalkan çenesi, gözlerini bir kuyu gibi derinleştiren kirpikleri... Adama dair her bir ayrıntı kalbinin şiddetli bir ağrıya tutulmasına neden oluyordu.
Bir yanı, bendini aşıp Giz'in kıyılarına vurmak için yatağını bulmuş nehirler gibi çağlıyordu. Diğer yanı ise, Kerbela'dan beri susuz kalmış çöl toprakları gibi kendi tuzuyla kavruluyordu. Dilara çok yaralı gövdesinin, rüzgarda kavrulmuş kuru otların coğrafyası haline gelen tedirgin gövdesinin bir savaş meydanına ev sahipliği yaptığını hissediyordu.
Titrek bir nefesle, eğdiği kirpiklerinin arasından Giz'i izlemeye devam etti. Günlerdir hiç alışık olmadığı güçlü bir duygunun kıskacında un ufak olan ruhu yeniden bir araya toplanarak kaburgalarının altına yerleştiği sırada, derin bir nefes alabilmenin emniyetiyle adamı takip ederken özlemin, üstelik en yakınındaki kişiye duyulan özlemin ne denli öldürücü bir güce sahip olduğunu yeni baştan keşfediyordu. Adamı beş günde, göğsüne kalp yerine bir Beyt'ül Ahzan inşa edecek kadar çaresiz özlemişti. Ne ki adam Yusuf'tu; vuslat için sabrı güzergâh etmek, ismine kader kılınmıştı. Giz'in kafenin bahçeye açılan kapısına yöneldiğini fark ederek kendini zorlukla adamın etki alanında kopardı. Telefonuyla ilgilenen Zeynep'e kısa bir bakış attıktan sonra – kız Dilara'yla Giz'in o gün arabada yaptıkları konuşmadan sonra resmen kadının can simidi olmuştu – sessizce kafeyi incelemeye başladı.
Parantez Kafe.
Derginin müdavimleri için vakit geçirmesi oldukça zevkli bir yere benziyordu. Dilara dergiyi bir buçuk yıla yakın bir süredir takip ediyordu ancak Afşin söyleyene kadar adamın yazılarından haberdar olmamıştı. Anlaşılan Giz gerçekten dergide düzenli olarak yazmıyordu. Yine de, akşam ilk bölüm için verilecek yemek olmasına rağmen okurlarla yapılacak bu buluşmayı iptal etmek istememişti.
Giz'in yanındaki adamın, derginin editörü ya da yazı işleri müdürü olmalıydı, telefonlarla kayıt yapılmaması için ricada bulunan sesiyle düşüncelerinden sıyrılarak bakışlarını tam karşısında oturan adama çevirdi. Diğerinin isteğinin memnuniyetsizlik yaratmasına engel olmak istercesine samimi bir gülüşle "Sohbetimiz bittiğinde istediğiniz kadar fotoğraf çektirebiliriz," diye vaat etti. Hemen ardından bakışlarını itinayla Dilara'nın uzağında tutarak kafenin içinde dolaştırdıktan sonra en nihayetinde yanındaki adama döndü. "Nasıl yapalım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Evler
RomanceGiz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü. Öyle güzeldi ki... Giz kapılıp gitmemek, kendi mecrasında akabilmek için gösterdiği çabayla, ruhunun eteklerinden eprimeye başlandığını his...