İyi okumalar... ^-^
18 Aralık 2017
" Şu an nerede olduğumuzu biliyor musun?"
Jimin ürkek bir şekilde başını iki yana salladı. Yayları eskimiş sünger bir yatağın üzerinde sırtını soğuk duvara yaslamış, yatağın öbür ucunda oturan adama bakıyordu. Ağzına pis, beyaz bir mendil bağlamışlardı. Diline değen mendil her seferinde midesini kaldırsa da varlığına alışmıştı.
Dört gündür... Dört gündür bu loş, soğuk yerde elleri ve ayakları bağlı bir şekilde oturuyor ve adamların canı sıkıldığında yaptıkları eziyetlere maruz kalıyordu.
Arada bir, bulundukları yer sarsılıyor ve bu durum şu an küçük bir teknenin pencereleri tahtalarla ve bezlerle örtülmüş kamarasında olduklarını hatırlatıyordu. Tekne hangi sudaydı? İşte bu konu hakkında hiçbir fikir yürütemiyordu.
Adam yavaşça gülümsedi. Beyaz tenli, uzun boylu ve zayıf bir adamdı. Gülümsediğinde ince yüzü çok güzel görünüyordu ama en korkunç olduğu zamanlar gülümsediği zamanlardı. Çünkü gülümsedikten beş altı dakika sonra Jimin'in canı acıyordu. Dün akşam sağ kulağına atılan tokat aynı buna benzer bir gülümsemenin ardından gelmişti ve çocuğun kulağı hala tokadın etkisiyle çınlıyordu.
" Busan'dayız."
Jimin istemsizce dişlerini sıktığını fark etti. Korku, soğuk ve uykusuzluk... Hepsi birleşmişti. Şimdi ise hissettiği en belirgin his anne özlemiydi.
Adam elini yavaşça ona doğru uzatınca irkilip sırtını daha çok duvara yasladı. Kaçabileceği bir yer yoktu. Duvar onu içine kabul etmezdi. Gözlerini kapadı. Adam o tüyler ürpertici, kısık ses tonuyla ve kulağa tuhaf geleni, eğreti Korece'siyle " Bir sene mi oldu?" dedi.
Çocuk gözünü açıp ona yaklaşan adamın mutluluk sarhoşu siyah gözlerine baktı. Busan'a, evine en son bir sene önce gelmişti. Promosyonlar bitince, üç günlüğüne... Ama bu adam bunu nereden biliyordu? Gerçi... Diye düşündü. Herkes bilir bunu. Çok az bir tatilleri olduğu için bütün hayranları ne zaman, kaç günlüğüne, nereye gittiklerini bilirdi.
Gözlerini adamdan uzaklaştırdı çünkü pis kokulu domuz iyice yaklaşmıştı şimdi ona ve tokat ya da tekme, bir belki de iki saniye sonra gelebilirdi. Ama gelmedi. O gözlerini yatağın altında kalan siyah, tozlu zemine odaklarken adam tam yüzüne bakıyordu. Yaşarmış gözlerle adama baktı. Dişlerini gelebilecek darbeye karşı sıkmıştı.
Adam bir anda " Sen." diye fısıldadı. Kulağa hoş gelmeyen bir nefes veriş gibiydi bu ses. " Yarın... Gideceksin ya." Jimin titrediğini hissetti. Kontrolü dâhilinde değildi bu.
Adam soğuk ellerini çocuğun üşümüş, şortunun açıkta bıraktığı çıplak dizkapağına koydu. " Ben." dedi aynı iğrenç nefes verişle. " İçimde kalmasın diye her şeyi yapmak istiyorum."
Adam ona bir tokat yapıştırınca kayıp az önce gözlerini diktiği siyah, pis zemine vurdu başını. Çığlık attı. Sadece tiz bir ses duyuldu. Sesini kimseye duyuramazdı. Okyanusun ortasındalardı. Adama vuramazdı çünkü elleri acımasızca geriye bükülmüş ve bağlanmıştı. Tek yapabildiği çırpınmaktı.
Adam şimdi onu belinden tutmuştu ve kendine çekmişti. Jimin düşündü. Elleri arkadaydı. Adam da arkadaydı. Tüm gücünü adamın, el yordamıyla zar zor bulduğu yüzünü tırnaklamaya verdi.
Saniyeler sonra adam çizilen yüzünün acısıyla onu kaldırıp yere vurdu. Şimdi yatağın üzerinde bile değildi. Adamdan bir metre kadar ötede, sırtı ona dönük bir şekilde sol kolunun üzerinde yatıyordu. Yere çarpınca nefesi kesilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TONY MONTANA
FanfictionSatranç tahtasında yalnız bir şah... Aslında hayatta herkes bir hikayenin yan rolü... Hatta bazıları her yerde satır arası olmaya mahkum. Geçmiş peşini bırakmazsa onu gözlerinin önüne sermen ve yüzleşmen gerekir. Kardeşlerini, kardeş bildiklerini ko...