Gecikme için çoook özür dilerim malum okul zamanı hiç vakit bulamadım. Umarım hikayeyi unutmamışsınızdır :) Finale son iki bölüm kaldı.
İyi okumalar. Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen ^-^
14 Ocak 2018
Durdu. Söyleyeceği her şeyi sanki önceden planlamış gibi bir çırpıda söyleyivermişti. Geldiğinde içine güneş ışığı davet eden küçük toplantı odası, şimdi gittikçe koyulaşan gölgelerle doluydu.
Kameraya bakarak gülümsedi. Her şey söylemiş, ama veda etmemişti. Ona göre, bu videoyu çekmesindeki asıl amaç olan veda, gözlerle de edilebilirdi. Öyle olmadı.
Yarım saat kadar süren konuşmanın ardından oda yavaş yavaş kararırken Minsung sessizce beklemişti. Sanki vedası onu bile şaşırtacak şekilde ani ve tasarlanmamış olabilirmiş gibi... Bekledi. Aslında beklediği şey onu almaya gelmeleriydi.
Sağ tarafta kalan dönüp bakmaya bile ürktüğü kapı, eninde sonunda açılacak, o ise gelenlere hiç zorluk çıkarmadan kameranın önünden ayrılacaktı. Belki bu sıkışık, içinden çıkılmaz bir iki saniyede vedasını edebilirdi.
Birini ertelemek diğerinin gerçekleşmesini daha olası kılıyordu. Ya veda ya onlar önce gelecekti. Bu erteleme bir beş dakika daha sürdü. Artık oda, içinde başka hiçbir ton bulundurmayan salt bir siyaha evirilmişti.
Üşüyen ellerini, oturmaktan uyuşan bacaklarına sürtüp kameranın lensine baktı. Yüzünde nasıl bir ifade olduğu, odanın karanlığında kaldığından beri önemini yitirmişti. Endişeli, korkmuş ya da huzurlu... Videoda sadece karanlık olacaktı. Bu durumda vedasını gözleriyle edemeyeceği de açıktı.
Yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Edilmemiş bir veda mutlaka birinde, ya veda edende ya da edilende bir iz, bir iç sıkıntısı, darlık bırakırdı. Kesin bir vedanın, kesin bir veda olduğu asla bilinemezdi. Hayat planları bozardı hep ya da çoğu kez ama bu sefer değil. Kesin olmasa bile kesin bir fikirle edilmiş vedalar, gerçekleşmeyecek hayaller kurmayı ve gerçekleşeceklerine yönelik umutları bastırırdı.
İnsan bir gün mutlaka vadesini doldururdu. Veda kesindi ama gecikmiş olanlar ya da erken gelenler, saptanamayanlar ya da onunki gibi hep ensede dolaşan her anı kollayan, güzellikleri çürüten vedalar.
Hayata direnç katan, dinamikleştiren şey, her zaman vedalardır. Ya da onları beklemek...
Derin bir nefes sonrası dudaklarının arasından, bunun gibi aldığı binlerce derin nefesin aksine, sadece soğuk havaya yayılan buhar değil, iki üç sözcük döküldü.
" Kin tutmuyorum." Yutulan sözcüklerden sonra bir iki tane daha... Sonra cümleler... Satırlar boyu, dizeler boyu... Son olarak bir nefesle dışarı verilen " Hoşça kal."
Elini masaya uzatıp videoyu sonlandırdı ve metal sandalyeye yaslandı. Sanki sandalyeyle bir olmak, metalleşmek ister gibi büzüldü. Parmaklarını yanağına götürse yaş bulabilir miydi, bilmiyordu. Başına gelen şeyleri başkalarının eylemlerinin birer sonucu olarak gören herkes, yaşlı gözlerle ederdi vedasını. Minsung öyle yapmıyordu. Yaşadıkları onun yaratımlarıydı. Etkiyi, bir kelebeğin kanat çırpışı kadar küçük olsa bile, o yapıyordu.
Koridordan gelen ani bir ses kapıya odaklanmasına neden oldu. Ses, tetikte bekleyen titrek bir parmağın kasılarak silahı ateşlemesini resmetmesine neden olmuştu aklında. Kaşlarını çattı ve sandalyeye daha çok gömdü sırtını. Ses kesinlikle silah sesine benzemiyordu. Daha tizdi. Uzun da sürmemiş, aniden sönmüş, susmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TONY MONTANA
FanfictionSatranç tahtasında yalnız bir şah... Aslında hayatta herkes bir hikayenin yan rolü... Hatta bazıları her yerde satır arası olmaya mahkum. Geçmiş peşini bırakmazsa onu gözlerinin önüne sermen ve yüzleşmen gerekir. Kardeşlerini, kardeş bildiklerini ko...