Bölüm-16

1.5K 114 30
                                    

Keyifli okumalar...
Bir de tabi her zamanki gibi size müzik bıraktım. Yukarıdaki medya kısmından bölüm boyunca dinleyebilirsiniz :)

"Sevda nedir?
Bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi mi, birine duyulan yoğun hislerin tercümesi mi yoksa martıların denize olan sevgisi midir sevda? Sevda... Sevda ki Ferhat'a dağları deldiren, Mecnun'u çöllere hapseden. Sevda ki insanoğlunu hem yerin dibine indirebilecek hem de bulutların üstüne çıkarabilecek güç haznesi...
Benim sevdam bir serçenin yudumladığı su kadar berrak. Benim sevdam kalbe karşı bir darbe ve kalpten dökülen bir pare. "

•••

İki yanı da ağaç olan okulun ıssız yollarında yürürken önüme düşen saçlarımı geri ittim. Beste bugün başının ağrıması nedeniyle okula gelmemişti ve sınıfta tek başıma olacağım hissini düşündükçe kara bulutlar tüm bedenimi sarıp sarmalıyordu. Yalnızlık... Kimi zaman lütfedilmiş bir ödül kimi zamansa kor ateşlerde yanan bir ceza. Sanırım ben yalnızlığı seviyordum. Yalnız kalmayı değil.

Evet, sınıfta tek başına oturup kapüşonunu başına çeken ve diğer insanlar 'asosyal bir pisliğin teki. ' diye düşünmesin diye telefonundan sanki dünyayı kurtarıyormuş gibi duran kız bendim. Hiçbir zaman başkalarının ilgisini çekecek bir eylem yapmayan hatta ödül kazansa ilgi çekmemek için ödülü başkasına verebilecek kadar sosyal takıntısı olan belki de salak bir insandım. İlgi çekmek istemeyip okulun en sevilen ve aynı zamanda sevilmeyen çocuğu Utku'yu sevmem de ayrı bir ironiydi tabi.

Utku... Adını her zikrettiğimde nefesimi alıp veremediğim ve yüzümde aptal bir gülümseye sebep olan hikayemin esas kişisi. Asla bir hikayenin esas kızı olmadım, olamazdım. Fakat eğer benim hikayemin bir esas kişisi olacaksa bu kesinlikle o olurdu. Ondan başkasının olması sevdaya hakaretti, ihanetti bir kere.

"Yavaş! "

Tabir-i caiz ise tosladığım bedene baktım. Düşüncelerimin arasında kaybolurken adımlarımı da şaşırmıştım anlaşılan. Ya gözlerim düşüncelerin sisinden silüetleri görmüyordu ya da...

Kafamı kaldırıp çarptığım uzun bedene baktım. Sinsi bir şekilde bana gülümseyen Bulut'un, çarptığım bedenin sahibi olduğunu görmemle aynı zamanda hem rahatlama hem de mutsuzluk bedenimi sarstı. Neden mi üzgündüm? İnsan ne kadar düşünürse o kadar dert sahibidir derler ya düşüncelerimin arasında kaybolduğumu farkedip birine çarptığımı bile hissetmemem dertlerimin ruhumu ne kadar ele geçirdiğini yüzüme çarpıyordu.

"Günaydın ve özür dilerim. " dedim mahçup bir sesle birlikte. Çantamı sırtımdan çıkarıp bankın üzerine koydum ve Bulut ile aramızda belli bir mesafe bırakarak banka oturdum. Zaten birkaç gündür belki de aydır sürekli Bulut'la konuşmam yeterince ilgi çekiyordu.

"Dileme. " dedi sert bir sesle. Sert tınısı karşısında gözlerim büyüdü.

"Neden? " dedim çekinerek sorarken.

"Gerek yok çünkü. " dediği an rahatladım. Her zaman yaptığım gibi Bulut'la otururken bahçeyi izlemeye devam ettim.

"Düşünceli gördüm seni. " dedi. Yüzünde alaydan eser olmadığı aşikârdı.

"Düşünceliyim çünkü. "

"Neden? "

"Anlatılamaz sanırım. Bu... Bu çok güzel bir film izledikten sonra gerçek hayatına göz gezdirmem gibi bir şey. Boşluk hissi mi deniyor ona? Bilmiyorum, psikoloji okuyan sensin. "

SARMAŞIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin