FİL DİŞİ - Kedi

70 13 7
                                    

Kapıdan geçtikten sonra birinci yarışmada olmayan hem Kum'u hem de beni gerçekten çok şaşırtan bir olay oldu. Kapımız kaybolmak yerine şekil değiştirip bir kediye dönüştü. Bu da "Kapıyı korumak yarışmacının görevidir, kapısı yok olan yarışmacı elenir." kuralını açıklıyordu ki kafama takılan konulardan biriydi. Biz kapının kaybolmayacağını düşünmüştük ve ben boyutunu küçültüp çantamda taşımayı düşünmüştüm; ama bu kesinlikle sürprizdi, hem de ikimiz için. Bir gözü mavi bir gözü sarı olan bu bembeyaz kedi bir defa miyavladıktan sonra ilk önce gelip benim bacaklarıma sürtünüp mırıldandı, ardından Kum'un yanına gidip onun bacaklarına sürtünüp mırıldandı.

Aklımdaki ilk soru kediyle ne yapacağımız değildi, ki kedileri çok sevdiğim için yanımda bir kedinin olması hoşuma bile gitmişti, kedinin beslenmeye ihtiyacı olup olmadığıydı. Yemek sıkıntımız yoktu. Yanımıza neredeyse bir senelik ihtiyacımızı karşılayacak yiyecek almıştık ve çantalarımızın içinde kutuda duruyordu.

Kum bana, ben Kum'a ve kedi de ikimize birden bakıyordu. Ben bakışmayı bozdum ve "Yapacak bir şey yok, devam edelim. Halletmemiz gereken bir görevimiz var." dedim, yürümeye başladım. Kum da yürümeye başladıktan sonra kedi koşturup yanıma geldi ve ses çıkarmadan yanımda yürümeye başladı.

Akşam vaktinde geldiğimiz bu bölgede güneşin battığı yerde bulutlar kızıl bir renge bürünmüştü. Bu da tadına doyulmaz bir manzara oluşturmuştu. Biz de bu manzaraya doğru ilerliyorduk. Bir yandan yürüyor, bir yandan çevreye göz atıyor, bir yandan da gökyüzüne bakıp manzaranın tadını çıkarıyorduk.

Alabildiğine uzanan bir düzlükten ibaret olan ve yer yer ağaçların bulunduğu bu arazide otlar neredeyse kurumaya yüz tutmuştu. Uzun zamandır yağmur yağmadığı kesindi.

Yaklaşık yarım saat kadar yürüdükten sonra nereye gittiğimizi bilmediğim kafama dank etmiş olacak ki biraz mahcubiyet içinde Kum'a nereye gittiğimizi sordum. İstemsiz bir şekilde güneşten yana dönmüş, yürümüştüm ve hem Kum'u hem kediyi peşime takmıştım.

— Bilmiyorum, senin bir planın olduğunu düşünmüştüm!

Sesindeki hafif alayı sezmiştim; ama elimde olmadan güldüm ve "Galiba bilinmedik bir yere doğru gidiyoruz." dedim.

— Merak etme, zaten çok fazla da gidemeyiz. Akşam oldu olacak gibi. Buralarda uygun bir yerde kamp kurar, sabah da ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi kararlaştırırız.

Karanlık artmaya ve yıldızlar yavaş yavaş belirmeye başlayınca diğerlerine göre biraz daha yayvan ve büyükçe bir ağacın altında kamp kurduk. Her zamanki gibi ateş yakmadan oturuyorduk. Çantamdan çıkardığım yemeği yerken kediyi çağırıp bir parça et uzattım. Zaten yiyeceğimiz et ve ekmekten ibaretti ve yanında içecek olarak su. Sade, doyurucu, besleyici. Kendisine uzatılan eti koklayan kedi, sağ patisini vurup eti çekti ve yere uzanıp eti yemeye başladı. Kediyi ilk gördüğüm zaman sorduğum sorunun cevabını almıştım. Kediyi besleyebiliyorduk. Yiyeceğimiz ilk yarışmadaki gibi sınırlı olsa bu kesinlikle bize sorun olacak bir durum olurdu; ama öyle bir derdimiz yoktu. Etini bitirince bir dilim et daha vermek için yanıma çağıracaktım ki henüz kediye bir isim vermediğimizi fark ettim. Gülerek Kum'a döndüm ve "Kedinin bir ismi yok. Sen bir isim vermek ister misin?" diye sordum. Bana bakan Kum'un yüzündeki şaşkınlığı ve bu işe karışmak istemeyen bakışları görünce "Hadi ama ilk yarışmada bana bir isim verdiğin gibi bu güzel kediye de bir isim verebilirsin." dedim. Bir iki saniye düşündükten sonra "Beyaz!" dedi. Bu kadar kısa sürede çok yaratıcı olmasını bekleyemezdim ve ben de Kum'un kolaycılığına ses etmedim. "Beyaz, gel pisi pisi!" deyip bir parça daha et uzattım. Kedi gelip onu da alınca "Galiba bu isim kedimiz için de sorun olmayacak." dedim gülerek. Yemekten sonra ilk nöbeti ben aldım ve gece yarısından sonra da Kum nöbet tuttu sabaha kadar. Bu kısımda alışkanlıklarımız değişmemişti. Kum, yine kafasını çantasının üzerine koyar koymaz uyuyordu ve ben de her defasında olduğu gibi yine buna hayret ediyordum. Karnı doyan kedimiz, Kum uyurken Kum'un üzerinde ben uyurken de benim üzerimde uyudu. En rahatı onundu.

Sabah güneşin ilk ışıklarıyla Kum beni uyandırdı ve ben iyice ayıldıktan sonra konuşmaya başladı.

— Dünyamda pek çok yere gittim ve gitmediğim bir o kadar yeri de kitaplardan öğrendim. Dünden beri geldiğimiz yerleri gözlemlediğim halde bu bölgenin dünyamızın hangi bölgesi olduğunu bir türlü çıkaramamıştım. Bunun sebebini geceleyin anladım. Dünyamızdaki takımyıldızları burada yoklar ve bu da bizim başka bir gezegende olduğumuzu gösteriyor. Anlaşılan görevleri başka gezegen veya gezegenlerde gerçekleştireceğiz. Bu kısımda tek bir bilinmeyen kalıyor o da bizim dışımızda yarışmacıların bulunup bulunmadığı.

Kum'un bu yönü beni hep ağzı açık bırakıyordu. Ben de dünyada birçok yere gitmiştim; ama bu sonucu Kum çıkarmıştı. Ben, biraz havada yürüyordum galiba ve neyse ki ayakları yere basan biri olarak Kum yanımdaydı.

— Şimdi ne olacak?

— Kendi dünyamız olsa daha kolay olurdu şüphesiz. En azından bulunduğumuz yerler hakkında fikir sahibi oluşumuz görevi başarmada kolaylık sağlıyordu; ama şimdi her şeyiyle yabancı bir yerdeyiz; ama iyi tarafından bakarsak eğer başka yarışmacılar varsa bu koşullar muhtemelen onlar için de geçerli olacağından kaybedecek bir şeyimiz yok. Bulduğum tek mantıklı çözüm suya ulaşmak.

Ben suyla ne işimiz olduğunu sorunca devam etti.

— Her canlının suya ihtiyacı vardır. Eğer bilmediğimiz özellikleri yoksa bu filler de su içiyordur. Burası çorak bir bölge olduğuna göre burada filleri bulmamız zor olacak. O yüzden su olan yerleri bulmamız filleri de bulmamız anlamına gelebilir. Suya ulaşma kısmında senin devreye girmeni umuyorum. Arama sihrinle suyu bulabilirsin; veya o olmazsa ejderhaya dönüşüp suyu arayabilirsin.

— Ejderhaya dönüşüp suyu aramak çok zamanımızı alır. En iyisi arama sihrini biraz değiştirip suyu bulmak için kullanmak.

Bu dünyada ilk sihrimi yapacaktım ve nasıl bir etkisi olacağını bilmediğimden yere oturdum, sihri içinde su düşüncesi ile yoğurup sağ elime aktardım. Elimde oluşan mavi küreyi yaydığımda hızla yayılan kürenin yayılan mavi dalgasına odaklandım. Birkaç dakika boyunca hiçbir şey olmayıp ben tam ümitsizliğe kapılıp Kum'a su olmadığını söyleyecekken güneşin battığı istikamette ilk su noktasını hissettim. Bir dakika sonra güneşin doğduğu yerden ve bu temastan iki dakika sonra da aynı anda hem kuzeyde hem güneyde suyu hissettim. Şansa da olsa suyun en yakın olduğu yere doğru ilerliyormuşuz. Sonuçları Kum'la paylaşınca Kum biraz düşündü ve arkasından karar vermiş olacak ki konuşmaya başladı.

— O zaman batıya doğru biraz daha yürüyelim. Sonrasında sen ejderhaya dönüşerek bizi suyun yanına götür.

Bunu söyledikten sonra kediye dönüp "Ejderhaya tutunurken seni taşımak zor olacak gibi!" deyince güldüm. Bu kısmı ben hiç düşünmemiştim.

Neden hemen uçmadığımızı anlayabiliyordum. Bulunduğumuz bölgeyi biraz daha tanımak istiyordu. Birkaç saatlik yürüyüşten sonra öğlene doğru sıcak zorlamaya başlamışken biz yürüyüşümüzü tamamladık. Çevrede pek de değişen bir şey yoktu. Arada serpiştirilmiş gibi duran ağaçlar, kurumaya yüz tutmuş otlar ve yüzeyi toza dönüşmeye başlamış boz bir toprak.

Ben, maskeyi yüzümeindirip ejderhaya dönüşürken hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Beyaz, titredisilkindi ve küçük bir ağaç sincabına dönüştü. Zıplaya zıplaya Kum'un yanına gidipüstüne tırmanıp çantasının üstüne çıktı, beklemeye başladı. Kum, açılmışgözleriyle durumu seyrederken sincabın niyetini anladığından bir taraftan daçantasını açıyordu. Kum, çantayı açınca sincap çantanın içine girip kayboldu.

13. KAPI - FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin