Kapıdan geçerken bilekliğimin bir parçası daha parçalanıp yok oldu. Bu zamana kadar yarışmacıların elenmesine ne üzülmüştüm ne de sevinmiştim; ama bize birçok defa sorun çıkaran kara elflerin elenmesine -itiraf etmem gerekir ki- sevindim.
İçeri girdiğimde Kum, çağrı bölgesinin ortasındaki görünmez duvarları olan alanın içine giriyordu. Alanda kızıl saçlı bir kadın bulunuyordu. Sihirbaz trolün savaşçısı olan bu kadını ilk defa görüyordum. Kaba ve şekilsiz trolün aksine çok ince ve güzel olan bu savaşçı, kendinden emin bir şekilde Kum'u bekliyordu. Başındaki yayvan hasır şapka trolünkinin aksine küçüktü. Bu yüzden savaşçının yüzünü rahatça görebiliyordum. Kızıl saçlı bu savaşçının siyah gözleri çakmak çakmaktı. Kolsuz deri bir gömlek ve deri bir tayt bulunan savaşçının, el ve ayak bileklerinde, boynunda ve belinde enli gümüş şeritler vardı. Ya gümüşü seviyordu -buna fazla ihtimal vermiyordum- ya da bunların dikkat edilmesi gereken işlevleri vardı. Adını bilmediğim bu savaşçıya bu nedenle 'Gümüş' adını verdim. Gümüş, ellerinde kılıçları Kum'un kendisini süzdüğü gibi onu süzüyordu. İkisi de savaşa başladı başlayacak gibi duruyorlardı. Trolün Gümüş'e Kum'dan bahsettiğine emindim. Kum'un devle olan mücadelesi görülmeye değerdi ve böyle bir mücadelenin Kum'la karşılaşma ihtimali olan savaşçıya anlatılmaması ancak hafıza kaybıyla mümkün olabilirdi. Gümüş'ün rakibini tartan bakışlarının başka izahı da olamazdı.
Saat on iki yönündeki kapıda bulunan trol de ortadaki savaşçısına odaklanmıştı; ama arada diğer kapıları da yokladığını fark edebiliyordum. Saat dokuz yönündeki kapıda kimse yoktu. Üç yönündeki kapıya döndüm ve orada da kimseyi göremeyince "Kimse gelmeyecek galiba!" deyip Kum'a dönecektim ki kapı açıldı ve içeri Kıvılcım girdi. Alanı gözden geçiren Kıvılcım, bana doğru gelmeye başladı. Yanıma gelince, "Umarım diğer kapıdan gelecek olan kara elf olmaz!" dedi. "Bu imkânsız; çünkü içeri girerken onların kapısını yaktım." deyince hızla gelip yüzüne yerleşen gülümseme şaşırtıcı değildi.
— Yarışmadan birinin elenmesine bu kadar sevineceğimi hiç düşünmemiştim. Demek biraz önce bilekliğimden eksilen parça onlarındı!
Bunu söylerken bir yandan Gümüş'e bir yandan da trole bakıyordu. Ben de onunla beraber tekrar trole bakınca trolün yüzünde bir hoşnutsuzluk yakaladım. Gözü henüz savaşmaya başlamamış savaşçısında ve Kum'da olsa da bir yandan da dokuz yönündeki kapıdaydı.
Alana girdiğimde bana saldırmayışının nedeni, büyük ihtimalle diğer kapılardan kimin geleceğini bilemeyişindendi. Bir önceki çağrıda iki sihirbaz benim tarafımda yer almıştı ve gelecek iki sihirbazın da benim yanımda yer alan sihirbazlar olma ihtimali onu engelleyen en önemli sebepti galiba. Bilmediği şey o kapıdan elflerin gelmesinin imkânsız olmasıydı. O kapıdan girecek kişi Baykuş olacaktı ve ben, onun trolle ittifak kuracağına ihtimal vermiyordum. Trol, büyük ihtimalle güçleri dengeleyecek birinin gelmesini istiyordu; çünkü olur da savaşçısı kazanacak gibi olursa ona saldıracağımı biliyordu ve bu durum, işlerine gelecek diğer iki sihirbazın da benimle birlikte ona saldırması demekti. Savaşçısının yenilmesi halinde giderayak beni veya diğer sihirbazlardan birini elemesi de oluşturduğumuz ittifaktan dolayı mümkün olmayacaktı. Trolün yüzündeki endişeyi haklı bulduğumdan onun yerinde olmadığıma memnundum.
Kum'un ve Gümüş'ün hala kıpırdamadan birbirlerini süzmeleri ilginçti. Birkaç dakikadır birbirlerini süzüyorlardı sabırla ve biz de sabırsızlıkla onların savaşmalarını bekliyorduk.
Kıvılcım, "Hangi görev için çağrıyı kabul ettiniz?" diye sorup da "Siyah inci!" cevabını alınca şaşırarak bana bakmaya başladı.
— Beraber üstesinden geldiğimiz o zor görevden sonra bu kadar kolay bir görevde çağrıyı kabul etmiş olmanız yazık olmuş!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantastikKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.