Nehrin akış yönünün tersine kaynağına doğru ki kaynağı varsa uçmaya başladım. Duvarın bittiği veya olmadığı bir yer buluruz umuduyla nehrin üzerinde son hızımla uçuyordum. Üç saatlik bir uçuştan sonra yavaşlamaya başladım; çünkü yorulmaya başlamıştım ve bu duvarların ve nehrin bir sonu yok gibiydi.
Bu şekilde moral bozukluğu ve yorgunlukla uçarken çok uzakta bizim üzerinde durduğumuz adacıktan daha büyük bir adacığı fark ettim. Nehir üzerinde birçok adacık fark etmiştim; ama bunu diğerlerinden farklı kılan üzerinde ince bir çizgi halinde bir şeyin olmasıydı. Biraz daha yaklaşmadan Kum'a bir şey söylemek istemedim; ama onun da fark etmiş olduğundan emindim. Biraz daha fark edilir gibi olduğunda şüphelendiğim gibi adanın üzerindeki çizginin bir insan olduğunu gördüm. Pelerininin şapkasını yüzünün yarısına kadar indirmiş biri duruyordu adacığın üzerinde. Suyun kenarında da bir kayık vardı. Tek başına olması yarışmacılardan biri olmadığını gösteriyordu; ama yine de belli olmayabilirdi. Eğer partneri saklanmışsa ve diğer yarışmacılara tuzak kurma niyetiyle bunu yapıyorlarsa çok dikkatli olmalıydım. Kum'u durumdan haberdar ettiğimde düşündüğüm gibi o zaten durumun farkındaydı. Ne yapmamız gerektiğini sorunca çok dikkatli bir şekilde adaya inmemizi istedi.
Peleriniyle iyice kapandığı için tam olarak emin olmasam da erkek olduğunu düşündüğüm bu kişinin beş metre ilerisine inip insana dönüştüğümde o hâlâ istifini bozmamıştı. Sanki bizim burada olduğumuzu bir şekilde biliyor ve bizi bekliyordu. Birbirimizi tartar gibi birkaç dakika sessizce karşılıklı durduk. Bakıştık derdim; ama sadece biz bakıyorduk çünkü o hâlâ pelerininin şapkasını kaldırmadığından yüzünü görmek mümkün olmuyordu. Ben, böyle karşılıklı beklemekten sıkılıp tam konuşmak için ağzımı açacaktım ki beklenmedik davudi bir ses ortalığı doldurdu. Kulaklarıma inanamadım.
— Neden burada olduğunuzu biliyorum. Bir kişi dışında buraya başka bir sebeple gelen olmadı hiç. O da konumuz değil.
Konuşmaya başlamasıyla birlikte sanki adam merakımızı gidermek istercesine şapkasını da çıkarmaya başladı. Yine gördüklerime inanamadım. Gözü simsiyahtı. Nehrin suyu gibi simsiyahtı. İnsanı tedirgin eden bir durumdu. Adam kör gibiydi; ama aynı zamanda sanki görmeye de ihtiyacı yok gibiydi. Kendimi çıplak yakalanmış gibi huzursuz ve tedirgin hissettim.
Adam, hareket etmeden, kıpırdamadan yavaş yavaş ve tane tane konuşuyordu ki bu da bende bağlıymışım hareket edemiyormuşum hissi uyandırıyordu. Bu da inanılmaz canımı sıkıyordu. Yapacak bir şey yoktu. Burada gördüğümüz ve belki bize yol gösterebilecek tek kişi oydu.
— Aradığınız şeyi ben size veremem; ama (sağını ve solunu işaret ederek) bu duvarlardan geçmenizi sağlayabilirim. Tabii ki bunun bir karşılığı olacak.
O an kendimi Stiks nehrindeki kayıkçının karşısındaki bir ölü gibi hissettim. Sanki kayıkçı beni ölüler diyarına geçirmek için şimdi benden ben öldükten sonra kayıkçıya vermem için gözlerimin üstüne konulan altın paraları isteyecekti. Kafamda Yunan mitolojisi dans ederken "Ne istiyorsun?" diye sordum artık Kayıkçı adını verdiğim kişiye.
— Işığın dünyasına gitmek isterseniz sol gözünüzün, karanlığın dünyasına gitmek isterseniz sağ gözünüzün ışığını.
Gözlerim açıldı. Koruma içgüdüsüyle nerdeyse elimi gözüme götürecektim. Kayıkçı'yı gözden kaybetmek çok tehlikeli gelmese yapardım da zaten ve o an iki değil on iki gözüm olsa biriyle bile farklı bir tarafa bakmazdım. Alaycı tonla hangimizin gözünün ışığını istediğini sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.