MAVİ BUZ KRİSTALİ - Çağrı

44 12 18
                                    

Görüntüler geldiğinde ilk fark ettiğim bu görüntülerin ilk görüntülerden farklı olduğuydu. İlk görüntülerde yaşadıklarımız sanki filme alınmış da sonradan kendimizi izler gibiydik; ama bu görüntülerde durum çok farklıydı. Sanki birinin gözlerinden olayı izler gibiydim ve görülen alanının içinde istediğim yere bakabiliyordum. Benim yaşadıklarım veya yaşayacaklarım olduğundan muhtemelen kendi gözlerimden bakıyordum; ama bundan tam da emin değildim. Bu kısımda benim için en büyük problem bu bağlantıyı nasıl keseceğimdi. İlk kısımda çatlağa basmadığım sürece bir şey olmuyordu; ama bu kısımda sanki bir bedene hapsedilmiş gibiydim ve nasıl çıkacağımı da bilmiyordum. Bulunduğum yere ve neler göreceğime dair merakım tavan yaptığından bu kısımdaki endişelerimi sonraya bırakarak kendimi olayın akışına bırakmaya karar verdim.

Bana sırtı dönük kişinin bıraktığı boşluklardan gördüklerime göre bir çağrı alanındaydım; ama sanki yerden ancak yetmiş seksen santim yukarıdan etrafa bakıyor gibiydim. Görüntülerin bu kadar alçaktan olmasının nedeninin çukur bir yerde olmamdan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için aşağı doğru baktığımda gövdemi ve bacaklarımı gördüm. Yere oturup ayaklarımı uzatmış ve sırtımı bir yere dayamış gibiydim. Bu yüzden bu kadar aşağıdan bakıyordum her şeye. Tekrar karşıya baktığımda ilk etaptan tanıdığım Baykuş'un bana doğru eğildiğini fark ettim ve tam o esnada inanılmaz bir şey daha oldu. Artık görmekle kalmıyor olayların içindeymiş gibi her sesi duyabiliyordum. Galiba göl yüzeyiyle birleşme, olayı bir üst boyuta taşımıştı. Sanki sessiz filmden sesli filme geçmiş gibiydim; ama bunun olumsuz bir sonucu da vardı: Hapsedildiğim bedene biraz daha gömüldüğümü sanki onunla birleşir gibi olduğumu hissettim. Bir görüntünün içine sıkışmak ve sonsuza kadar o olayı yaşamak korkusu sarsa da beni Baykuş'un üzerime eğilmiş dikkatle sanki gözlerimin içine bakan gözleri beni bu korkudan kurtardı. Ben, şaşkın şaşkın bakarken "Gözlerini açtı; ama hala bilinçsiz görünüyor. Yavaş yavaş bilincini de toparlar!" dedi. Baykuş'un söylediği doğruysa nedenini bilmediğim bir sebepten yaralanmış olabilirdim ve bu da benim neden oturduğumu açıklardı. Baykuş, geri çekilirken etrafı tekrar seçmeye başladım. İlk gördüğüm Kıvılcım'dı. Yalnız Kıvılcım bize bakmıyordu. Savunma saldırı karışık bir pozisyonda bekliyordu.

Baykuş, önümden tamamen çıktığında kapıları ve tüm bunların ortasındaki dövüşmeye başladı başlayacak gibi duran iki kişiyi gördüm. Sırtı bana dönük kişi Kum'du. Kum'un rakibi ise onun iki katı büyüklükteki bir devdi. Devin geriye doğru kıvrılan yay biçiminde bir metrelik boynuzları, uzun beyaz saçları ve sakalları, salaş bir şekilde dursa da üstünde olduğu kaslı vücudu sanki daha çok ortaya çıkaran yünden yapılmış olduğunu düşündüğüm gri bir elbisesi ve bu elbiseyi belden saran, iple birbirine bağlanmış dikdörtgen taşların sıralı olduğu kemeri vardı. Çıplak ayaklı bu devin devasa yapısına rağmen kılıç karşısında ne yapacağını açıkçası çok merak ediyordum. Bu görüntülerin ileri sarma tuşu olsaydı ilk seyredeceğim kısım bu olurdu.

Devden gözümü alıp alanda kaç kapının olduğuna baktığımda iki, dört, sekiz, on ve on iki yönünde ve son olarak görüş alanımın dışında kalan bize ait kapıyla birlikte alanda toplam altı kapı vardı. Bu da bu çağrı gerçekleştiğinde bir yarışmacının daha elenmiş olduğunu gösteriyordu. Kafamda deli gibi koşturan soru bu çağrının bizim kaçıncı etabımızda olduğu ve çağrıyı bizim mi yoksa başka bir yarışmacının mı kullandığıydı.

İki savaşçının hala birbirini süzdüğü orta kısımdaki sihirli alanın etrafındaki beş kapının da sihirbaz veya büyücüleri buradaydı. Kimse gelmemezlik yapmamıştı. Savaşçılar birbirini süzerken ben de sihirbazlara odaklandım. On iki yönünde şapkası bir metre genişliğinde kukuletası arkaya düşmüş uzun beyaz sakallara ve bıyıklara sahip, gözleri şapkanın oluşturduğu karanlık gölgelikte beyaz beyaz ışıyan sağ elinde yarım metrelik piposu, sol elinde asasıyla bir cüce duruyordu. Bu yarışmada ilk defa bir cüce görüyordum. Saat iki yönünde tüm yarışma boyunca sinir olduğum ve kullandıkları çağrıda eleneceklerini düşündüğüm kara elf duruyordu. Sanki dokuz canlı kedi gibiydiler. Alanı sürekli yoklamasına rağmen her seferinde gözleri bizim kapımızın bulunduğu yere gelince takılıyor ve yüzünde nefret ve tiksinme karışık bir ifade beliriyordu. Bu, büyük ihtimalle kara gül görevinden kalma bir kuyruk acısından kaynaklanıyordu. Dört ve on yönlerindeki kapılar boştu ki bu kapılar Baykuş ve Kıvlcım'a ait kapılardı. Sekiz yönündeki kapıda başında omuzlarının hizasında yayvan bir hasır şapka, üzerinde ise soluk kırmızı renkli, yıpranmış bir şort dışında bir şey bulunmayan iki buçuk metre boyunda bir trol vardı. Açık gri renkte teni, kaslı kolları bacakları, hafif bir göbeği, kocaman ağzı olan trol, benim için en dikkat çekici yarışmacıydı. Hep kaba, yarım akıllı, çiğ et düşkünü varlıklar olarak bildiğim trollerden birinin sihir veya büyü yapabiliyor olması çok ilginçti. Yalnız kara elf bize nasıl bakıyorsa trol de cüceye öyle bakıyordu. Bir kuyruk acısı da burada vardı galiba. Bu olayın trolün sihir veya büyü yaptığını görebilecek kadar uzun sürmesini umarak tekrar ortaya yöneldim.

13. KAPI - FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin