KAPI - Kapılar

30 10 6
                                    

Kapıdan geçtiğimizde kendimizi, yaklaşık yüz metre genişliğinde ve yirmi metrelik duvar gibi dik yamaçları olan bir çukurun içinde bulduk. Burada, bir tanesi hemen beş metre ötemizde yerde olan etrafa serpiştirilmiş gibi duran bazısı yerde bazısı üç bazısı beş bazısı da on metre havada olan iki metre eninde dört metre boyunda siyah taş bloklar bulunuyordu. Bu taş blokların hepsinde hayvan şekilleri vardı. Görev kapısı gibi duran bu taş bloklarda aslandan kediye kediden kartala bir sürü hayvanın oyulmuş resmi vardı.

Kapı olduğunu düşündüğüm bu taş bloklardan gözümü alıp bulunduğumuz yere biraz daha odaklanınca çevremizde hiç bitki olmadığını fark ettim. Ağaç, çalı çırpıyı geçtim yerde ot bile yoktu. Bu su yokluğundan kaynaklanan bir durum değildi; çünkü karşımızda suyu çok olmasa da hoş bir şelale oluşturan bir su vardı ve aşağı dökülen su, çukurun kenarları boyunca bir on metre aktıktan sonra bir çukurdan yer altına iniyordu. Neredeyse tam tepemizde olan güneşin kavurucu etkisini suyun yirmi metrelik boşluğa dökülürken etrafa yaydığı zerrelerin serinletici etkisi kırıyordu.

Bulunduğumuz derin çukurdan dolayı dışarıyı çok sınırlı bir şekilde görebiliyorduk ve görebildiğim kadarıyla da çevremiz herhangi bir bitki örtüsü barındırmayan koyu sarı koyu kırmızı arasında renk değişiminin yaşandığı çıplak sarp dağlardan ibaretti. Kendimi kum yoksunu bir çölde hissettim. Hani buraya iki dakika önce değil de iki gün önce gelmiş olsak ve şelaleyi de yeni bulmuş olsaydık şelalenin serap olduğunu zannedebilirdim. Şelale serap olmasa da ortamın bir çöl gerçekliği vardı.

Çukurun duvarlarına biraz daha dikkatle bakınca ilk etapta fark etmediğim ama renklere alışıp da tonlamaları birbirinden ayırabilince çukurun dik bir duvar gibi yükselen sarp yamaçlarındaki dikdörtgen boşlukları fark ettim. İki metre eninde dört metre boyundaki çukurlar çevremizdeki taş bloklarla aynı boyuttaydı. Hani taş bloklar siyah olmasa oradan çıkarılmışlar derdim; ama yamaçlar koyu sarı iken taş bloklar mat siyahtı. Renk olarak birbirlerinden yakından uzaktan alakaları yoktu.

Taş bloklardaki hayvan şekillerini gözden geçirirken kapımız aklıma geldi. Kapıyı tamamen unutmuştum. Sağıma soluma bakınırken arkamda yere yayılmış uyuklayan çitayı gördüm. Gözlerim parladı. Oldum olası hayrandım bu hayvanlara. Kendi türünün en hızlısıydı ve bence çok zarif bir yapısı vardı. Yanına çömelip sevince gözlerini açıp bana baktı, sonra tekrar gözlerini kapatıp uyuklamaya devam etti. Onun yerinde olmak istedim. Kaygısız bir rahatlığa o kadar ihtiyacım vardı ki o an, en uzak olduğum şeydi. "İhtiyacımız olan şey gözümüzün önünde olduğuna göre şimdilik tembellik yapabilirsin." diye söylendim.

Yalnız kapının gözümüzün önünde olması görevi daha kolay hale getirmiyor, aksine daha zorlaştıracak gibi duruyordu. İhtiyacımız olan şey gözümüzün önündeydi önünde olmasına; ama bizden istenen, başarmamız beklenen şey neydi?

Analiz yönü benden kuvvetli olan Kum'a döndüm ve "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

— Senin düşündüğünü!

Bu, beklediğim cevap değildi açıkçası. Ben, ondan duymaya alıştığım şekliyle bana yakalayamadığım noktaları da veren ve bunun üzerinden sonuçlar üreten daha yol gösterici cevaplar bekliyordum ve böyle bir cevap daha hoş olurdu. Beklemediğim bu cevap karşısında yüzüme yansıyan memnuniyetsizliğe, duyduğuna anlam verememiş suratıma bakıp güldü ve "Göz önündekini açıklamaya gerek olmayacağını düşündüm!" dedi. Evet, benim de birkaç fikrim vardı; ama her zaman onunkileri duymayı tercih ediyordum; çünkü onunkiler daha yol gösterici oluyordu. Galiba bir önceki etapta sorularını cevapsız bırakışımın acısını çıkarıyordu. Benim hala onu beklediğimi görünce çok uzatmadı devam etti.

13. KAPI - FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin